28 Haziran 2010 Pazartesi

korkaklardan korkarım ben


uzun uzun düşünmek için çok zamanım oldu. gün doğumu ve gün batımı arasında... çok zamandır yazmadığım, daha doğrusu yazmaya çekindiğim bi konu üzerinde, sayfalarca yazdım. insanlar pek değer vermezler. verdiklerini sanırlar. aşk. herkese göre farklıdır. birçok düşünce birleşir, çatışır. '' seviyorum ulan'' demek değildir aslında. çoğu insanın düşüncesinin tersine. karşısındaki insanın mutlu olduğunu görüp mutlu olmaktır. içinizde yaşayarak çökertin demiyorum. unutmakta o kadar kolay birşey değil biliyorum. bunu bende daha yeni anladım. dedim ya, herkese göre farklı aşk, her dilde, her şekilde bir tercümesi var. bazen cümleye bile gerek duymazsın. gözlerinin içine bakman yeter. o insanı, hissettiklerini, düşüncelerini okumak, bir bakıma zamanı durdurmaktır. ama şu an öyle bir durumda ki, seni seviyorum gibi önemli bir cümleye içinden, a gerçekten mi? başka, diyen bir insan, daha kendine bile inanmadan bende diyor. karşılığı bu değil o cümlenin. sevmiyorsan, ne işin var onun yanında. anlayamıyorum insanları. anlamaya çalışıyorum, olmuyor. mantık dışı. hepsini geçtim, bir insan kendine nasıl yalan söyler. çevresindeki insanlar kolayca kanar, ama sevmediğin birine seni seviyorum derken, kendi kendine yalan söylemiş olmazmısın aslında?
kimiside korkar işte bu insanlar yüzünden. cesaretle gözlerinin içine bakarak söylemez kimse o önemli cümleyi. ya kabul etmezse? ya öyleyse, ya böyleyse... korkaklardan korkarım ben. işte bu yüzden kimseye güvenemiyorum artık. ne zaman biri çekinmeden gelip gözlerimin içine bakarak konuşursa benimle, işte belki o zaman korkmasına gerek kalmaz. iki klavye tuşuyla, photoshoplu 1-2 resimle, olmaz. kimi kandırıyorsun? sadece kendini. bilmiyorsun ama şu an yıllar önce içinin derinliklerinde kaybettiğin o küçük çocuk bile dalga geçiyor seninde... yalancıı yalancıı, sana kimse inanmazz......

18 Haziran 2010 Cuma

İzmir için


vee beklenen yaz tatili... en kısa zamanda bir gelenek haline gelmiş tatile bende çıkıcam. amacım herşeyi geride bırakmak ve 3 ay sonra yepyeni bir ben, yepyeni bir hayal gücü ve yepyeni ümitlerle geri dönmek. yazı sevmiyorum, biliyorsunuz. ama bazı şeylerden uzaklaşmak ve bu bendeki balık hafızası derecesindeki unutkanlığı insanlar üzerinde denemenin en güzel yolu. izmirden bir süre uzak kalmak bana ve ruhuma bir süre tedeavi etkisi yapacak sanırım. iyi olacak. herşey çok güzel olacak. tam tamına 3 ay yok olmasamda kimsenin olmadığı o ıssız yerde kendimi daha iyi tanıyacağım. eminim. çünkü bunun için kendime hiç zaman veremedim. kendimi tanımıyordum ve bu yüzden hep bir çatışma içindeydim benliğimle. yada bir başkasını koymuştum, yabancıydım kendi içimde. her neyse bunuda çözücem. tek dileğim, sonbahara sorunsuz, tertemiz başlamak. kimse olmasın, ailem dostlarım ve ben kendime yeterim. 'yeterince arkadaşım var, daha fazlasına ihtiyacım yok.'....
geçmişin gölgesinde yaşıyorum ben hala. bundan kurtulmam lazım. ama insan çabucak silemiyor yaşadıklarını. orta okuldan mezun olunca, unutucam demiştim. unutamadım. nefretimi hala saklarım içimde. kimse üstüne alınmasın, nefretim kendime... nasıl düşüncesiz, yalnız ve suskun kaldığıma yanarım... kabustu, geçti, diyemiyorum...
lise yeni bir başlangıçtı benim için. öylede oldu. süper bi hayatım oldu. yeni bir ben oldum lisede. değiştim. güzel oldu herşey.. birkeç şey dışında. onlarıda atlattım, geride bıraktım. ama izlerini taşırım hala. insanlar dkkatle baksalar gözlerimin içine anlarlar. ama kimse cesaret edemiyor işte. edemeyecekte.
lise 2 daha başkaydı. kardeş derecesinde sevdiğim dostlarım vardı yanımda. bazı depremler yaşadık, sallandık, ama asla çökmedi dostluğumuz. hep beraberdik. eminim hep beraber kalıcaz.
hep yanımdaydılar, yıllar sonra ilk kez aşık olduğumda mutluluğumu, her zamanki gibi bu aşk yüzündende acı çektiğimde gözyaşlarımı paylaştılar. laf olsun diye değil, gerçekten hakkını verdiler, beraber gülüp beraber ağlamanın. ben unutamasamda ellerinden geleni yaptılar unutturmak için. hep vardılar, hep var olacaklar...
şimdi lise 3 olduk. onları tanıyalı 3 yıl oldu. ama sanki beraber büyüdük... boyle geçti yıllarımız beraber acı tatlı...
yanımda olmayan insanlarda oldu tabi. ama onlar içinde mutluluklarım var içimde. çok duygusal biri olsamda, asla belli etmedim bunu. yazdıklarımdan anladılar ancak. ben hep yazdım. hayatım boyuncada devam edicem buna. mevsimlere, dostluklara, sevgilere, aşka, çiçeğe, böceğe, herşeye ve herkese yazıcam... şimdiyse yalnızca kısa bir ara veriorm. kendimle tatile çıkıcam. yeni bir ben dönecek izmire, elinde valizi ve içinde yeni umutlarıyla. mutlu kal izmir, mutlu karşıla onu. çünkü o, seni çok özliycek...

12 Haziran 2010 Cumartesi

yağmurların masalları


kaybolsam karanlıkta ve kaybetsem seni.
anlatmasam kendi kendime yaşamaya çalıştığımız o ufak anıları.
günlerim gecelerim,
sen varken nasıl sensiz geçiyorsa günlerim,
sen yokkende öyle geçse.
zamanı durdursam,
yelkovanı öldürsem akrebin zehiriyle,
akrebi ezsem kabuslarımın altında.
ve sen bu sefer sensizliğinide alıp gitsen.

uyusam, uyusam, uyusam...

ve rüyamda sen olmasan bu sefer.
durup durup ağlamasam.
geçmişe dönüp toplasam gözyaşlarımı.
bir deniz yapsam,
kıyısında aşk acısıyla yaşayan insanlar,
izleseler günahlarının batışını.
geceleri yağmurlar yağdırsam bu şehre,
camlarına vurup masallar anlatsalar bana.
herbiri mutlu sonlu olsa.

uyusam, uyusam, uyusam...

gözümü bi açsam,
Kaybolsan...

8 Haziran 2010 Salı

sonbahar


ve yaz tatili... cehennemim yani. alıştığım hayatta kaçmak gibi birşey. bir bakımada güzel hani, kendi başına kalmak, kimse yok. sadece sen ve keyfin. kalemlerin kağıtların. çizebileceğin türlü türlü desenler, çiçekler ağaçlar, insanlar. benim gibi yalnızlığı seven biri için mühemmel birşey. ama zor gelior şimdi yeniden başlamak herşeye. yaz demek yeni bir düzen demek benim için. başka bir şehirde uyanmak. başka bir saatte, başka insanları görmek. yeni yüzler, yeni insanlar. hepsinin yüzünü hatırlayabilme çabası... sıkıcı insanlar, hayatı tınlamayanlar, en ufak şeyi abartanlar, yaz aşkı peşinde koşanlar, o bunu yapmış, bu bunu demiş insanları... cehennem sıcakları...
işte bu yüzden en sevdiğim mevsim sonbahardır benim. yağmurun ve soğuğun en güzel zamanları. tanıdığın insanlarla, hergün aynı yerde ve aynı saaatte görüşmek. kimine sıkıcı gelebilir ama inanın nedensiz bi şekilde hergün gördüğüm insanlar bana keyif veriyor. her sabah, sabahın köründe duraga çıkıp köşede bekleyen amcayı görmek, eğer amca orda değilse otobüsü kaçırdığını bilmek büyük bir keyif aslında. alışkanlıklar bir hastalıktır belki kendi çapında. ama bu sıradan hayatın ortasında durup nefes almak, nerden nereye geldim, neydim ne oldum demekte lazım. işte bunu yapıyorum. sıradan hayatın içinde, arada bir kafamı kaldırıp tepeden bakıyorum insanlara. ukalalık amacıyla değil. kim nerede ve ne yapmış diye. hatalı olanlara yardım ediyorum. takılıp düşenleri kaldırıyorum. yakınındakileri kaybetmiş insanları birbirine kavuşturuyorum. tüm bu koşuşturmaca arasında bana ne oluyor, inanın bende bilmiyorum. aslında unuttuğum hareketli bir yaşam değil. unuttuğum benim. kendimi unuttum. ne istediğimi ve ne yapmam gerektiğini. insanlara yardım etme, yapma demeyin. nedenini bende bilmiyorum ama, yapıyorum işte anladınız mı? sadece yapıyorum...
ben böyle mutluyum. sonbahar geldiğinde, yağmurun altında, düşen yaprakları ayaklarımla çiğnerken, kafamda aşka, strese, problemlere dayalı tek bir sorun olmasın istiyorum. sadece düşen yağmur damlalarının ve yaprakların tadını çıkartmak istiyorum. hafif bi rüzgar essin, saçlarım yüzümden çekilsin. yüzüm, üstüm başım sırılsıklam olsun yağmurdan, ama mutlu olayım istiyorum... sessiz, sakin, ama mutlu...

4 Haziran 2010 Cuma

imkansız


hiç kimse mükemmel değildir. kusursuzu aramak, bir insan için imkansıza yakın birşeydir. dikkatinizi çekerim, imkansız değil, imkansıza yakın dedim. çünkü inanıyorum ki imkansız diye birşey yoktur. insanlar korktukları için kaçarlar olaylardan. tekrar ediyorum, imkansız yoktur, sadece insanların kendilerine göre korkuları vardır o kadar.
korkaklardan korkarım ben. çünkü korkan insanlar, inandıkları, güvendikleri şeyler uğruna bile hiç çekinmeden fedakarlık yapamazlar. oysa fedakarlık, korkaklığı yenmenin en güzel yoludur. 'imkansız' olarak tabir ediler şeye ulaşmak için bazı şeylerden fedakarlık etmek gerektiğine inanıyorum. kendime göre haklıyım. başkalarını bilemem.
fedakarlıktan kastım kendinden ödün vermek değil, yanlış anlamayın. elbette herkes değişir. ama imkansız için kendini kaybetmekte saçma. yani ne abartmalı, ne de eksik bırakmalı. ne yazıkki çoğu insan bu ikisi arasındaki ince çizgiyi bulamıyor. işte bu yüzden ortada 'imkansız' denilen bir olay var.
sen ayırabiliyormusun da böyle konuşuyorsun diyorsanız söyliyim. hata yaptıkca, öğrendikce, insanları anlamaya çalışıp, bunu başarınca, hem aradaki çizgiyi görebiliyor hemde dengede durabiliyorsunuz. imkansız demenin nedeninide bulabiliyorsunuz. sorunun köküne inince, birde bakıyorsunuz ki aslında ortada imkansız denilen birşey yok. sadece, engeller var. engelleri kaldırmakta sizin elinizde.