31 Temmuz 2010 Cumartesi

hayatın Son günü

tutmalıyım kendimi diyorum. ama aslında başından sonunu düşünmek hata belkide. gözlerimi dolduran yaşların sebebini bilmeliyim. geçmişi sorgularken karşıma çıkan hatalarım mı, yapmadığım, yapamadığım, içimde kalanlar mı, söyleyemediğim, söylemekten korktuklarım mı... ne çok nedeni var bir damla gözyaşımın. ne kadar mutluydum. ağzım kulaklarımda, yüzümde aptal bir ifadeyle dolaşıyordum. şimdi neyim, nerdeyim bilmiyorum. neden hiç birşey başladığı gibi devam etmez anlamıyorum. kendimi hiç olmadığım hadar yorgun, bitkin, sessiz, sadık, neşesiz hissediyorum. sanırım gerçekten büyüdüm ben. şu son 1-2 haftadır çok garip hissediyorum. burnumda daha önce hiç duymadığım, duydukça içime hem korku hem neşe salan bir koku var. kilit vurmuşcasına sessiz dudaklarım. sanki yüzyıllardır yaşıyor gibiyim. eskisi gibi değilim, olamayacakmışım gibime geliyor. gülemiyorum... konuşamıyorum... ben artık, hiç birşeyi hissetmiyorum...

28 Temmuz 2010 Çarşamba

masum siyah


o an bardaktan boşalırcasına yağmur yağsın istedim bu şehire. yağsın ki saklamama yardım etsin gözyaşlarımı. her zamanki gibi ağlayıp kapatayım hatalarımı. zordu bu sefer, çünkü yaptığım hata mı, doğru mu bilmiyorum. birinin yerini doldurmak kolay değilmiş, anladım. bir maviyi başka bir maviyle karalamak. kocaman harflerle üstünden geçmek. yıllarca kapanmayacağını bildiğin büyük yarayı, saniyede kapatmayı istemek. zormuş, yaşar gibi görünmek, nefes almadan hayatta kalmak.

küçükken hep karanlığın siyah olduğunu düşünürdüm. korkardım siyahtan. kötüler siyah giyerdi, ölünce insanlar, sevenleri siyah giyerdi artlarından. siyah karanlıktı, kötüydü. matemdi siyah...
ne kadarda masummuş aslında. şimdi anlıyorum.

bizde masum oluyoruz ya çocukken, düşüncelerimiz, fikirlerimiz, oyunlarımız... işte bu yüzden masum diyorum siyaha. çünkü büyüdükçe başka renkler aldı karanlık, gittikce daha mavi oldu, kötülerin oldu, matem oldu mavi... ağlattı beni, bu şehre yağmurlar yağsın istedim, saklasın gözyaşlarımı.

büyüdüm... ve bana keşke dedirtecek kadar değişti herşey. pişman oldum kaç kez yaşadığıma. sustum. çünkü büyüdükçe bunu öğretti hayat bana. ucu belirsiz yarınlarım oldu. sevdiğimden emin, sevilmedim kaç kez...

en kötüsüde mavi oldu karanlığım. ve ben çok sevdiğim maviden korkar oldum. sussun istedim herkes benim gibi. yaşayan herşey, tüm canlılar sussunn. ölmek istedim, onu bile beceremedim.

kendi sonumu kendim yazdım. kendi kendimin kıyametini başlattım şimdi. sadece oynamak kaldı, senaryoda kalan birkaç cümlemi söyleyip bitiricem oyunumu. matemimde mavi giysin insanlar. kirletmesinler masum siyahımı...

19 Temmuz 2010 Pazartesi

adio querida

izmirdeyim. bugün, içinde bulunmaktan çokta mutlu olduğum o bunaltıcı olarak tabir edilen sıcağın ortasına balıklama daldım. otobüste bulunan 6 çocuğu - ki biri canavar gibi neresinden çıktığını bilmediğim iğrenç bir ses çıkartan yaratıktı - saymazsak gayet güzel bir yolculuktu. azcık midemi bozmuşum. olur o kadar.
çok özlemişim izmiri. havası bile farklı. farkılı bir şehir burası. tabi bana öyle geliyor olabilir. çünkü ben gerçekten izmire aşığım. bunu bu yolculukla daha iyi anladım...
amasyaya giderken yolda aslında pek az bildiğim bir şarkıcının, yasmin levy'nin, beni benden alan bir parçasını dinledim. adio querida. daha neyce olduğunu bile çözemediğim bu parça, çokta duygusal olmamama rağmen gözlerimi doldurabildi. inanılmaz bir ezgisi var. daha sonradan araştırdım ki, sadece şarkının nakaratını bulabildim, türkçe çevirisi yoktu, adio querida - hoşcakal sevgilim, öldürmeden gitme içimdeki sen'i...- bu tek cümle yetti şarkıyı çözmeme.
aşık oldum. evet gerçekten bu şarkıya aşık oldum...

bu sıralar bi başka mutluyum aslında. hayatımda çok fazla yer kapladığına inandığım, ama ne yaparsam yapayım atamadığım bir sıkıntıyı attım üzerimden. yanlış anlamayın. unutmak o kadar kolay değil. ama deniyorum işte. başarıcamda, inanıyorum...



ve ben sensizliği yaşarken hiç ağlamazdım. sadece, yıldızlar düşerdi gözlerimden. -m. coşkundeniz-

16 Temmuz 2010 Cuma

nirvana

amasyadayım. uzun bir süredir nirvanaya ulaşmış durumdayım. sakin, sessiz bir hayat sürüyorum tıpkı istediğim gibi. ama izmiri çok özledim...
acaba kim nerde napıyor diye düşünüyorum sürekli. izmirin o bunaltıcı sıcağını, annemi, kedimi, odamı, bilgisayarımı çook özledim. burda hava baya kapalı. yağmur yağmak üzere. yağmuru çok severim. ama sevdğim insanlar yanımda olmadığı sürece ne anlamı var ki, yağmurdan sonraki toprak kokusunun.
bugün çok farklı, daha bi başka anlamlı bi gün benim için. bugün benim 2. doğum günüm gibi birşey. hayata tekrar baslamamın, yasamı tekrar sevmemin 16. yıl dönümü. mavinin anlam kazanmasının, gökyüzünün, denizin mavisinin daha bi soluklaşmasının doğum günü. ama mavi yanımda yok. hayatımda maviye değer hiçbir şey yok. yok, olmadı, olmayacak.
gelişi güzel yaşarken, zaman anlamsız, olağan birşeyken, değerini kaybetmişken insanlar ve duygular, işte o zaman o an...
uzatmanın alemi yok. dışarıda beni, tüm folklorik özellikleriyle yamacına bekleyen küçük ama şirin bir şehir var. tepesinde kocaman kalesi, nazlı nazlı sallanan o al bayrağıyla. harşena tüm görkemiyle her sabah olduğu gibi karşılayacak beni. yaşamak hiç bu kadar anlamsız, mavisiz olmayacak. ama yaşanacak. herşeye, herkese, tüm mavilere inat yaşanacak. harşena bunu ister. amasya bunu bekler.
folklorik olarak sana saygım var ama seninle kalamam amasya..

4 Temmuz 2010 Pazar

palyaço


gitmek ve gelmek arasındaki ince çizgi üzerinde dengemi kurmaya çalışıyorum. çoğu zaman esen sert rüzgarlarda hafiften sallansam da dengedeyim şu an. birde geçmişten gelen o sert fırtına olmasa... tam yoluna koymuşken herşeyi... nerden çıktı bu diyordunuz. öyle bir fırtına ki, sadece dengenizi bozmakla kalmayıp, beyninizi, düşüncelerinizi allak bullak ediyor. düşünemiyorsunuz. daha doğrusu düşünseniz bile sadece o fırtına oluyor beyninzin içinde. bu kaos içinde, ayakta durmak zordur işte. ruh gibiyim. fırtına öncesi sessizlik çoktan bozuldu. şimdi sadece kaderimi bekliyorum...
şimdi hayat, çocukluktan beri korktuğum palyaçolar gibi üstüme geliyor. sahte deil aynen onlarınki gibi gözyaşlarım, içime attığım. gülüşlerim sahte. her dakika insanları güldürüyorum. ben de gülüyorum... gülücemde. çünkü bunu ister palyaçolar, her ne kadar beni korkutsalarda...

1 Temmuz 2010 Perşembe

iyi ki doğmuşum.

bugün benim doğum günüm... yanımda olmayan bir insanı yanımda hayal ederek, kalbimde o, beynimde onu unutma düşüncesiyle gezdim, bana değer veren insanların yanında... en sevdiğim yerde, inciraltı'ndaydım. bilmiyorum ama orayı gerçekten çok seviyorum. belkide denizi, denizin mavisini sevdiğim içindir. bilmiyorum. aslında benim gibi bir izmir aşığı, izmirin hiç bir yerini ayırmamalı ama inciraltı özel benim için, nedensiz bir şekilde, çok seviyorum orayı. neyse fazla uzattım, asıl mevzuya geleyim.
tam 5.840 gündür hayattayım, nefes alıyorum. yaşama sıkı sıkıya bağlıyım özellikle şu son 3 yıldır. hayatım boyunca geçirmediğim kadar eğlenceli, mükemmel bir doğum günü yaşadım. beni seven insanların yanında. yaşamayada devam edicem. biliyorum.
beklemediğim insanlar kutladı doğum günümü. insan ne çok seviliyormuşum ya, demeden edemiyor açıkcası. soğolsunlar, bende hepsini çok seviyorum. iyi kötü güzel çirkin, herkesi, herşeyi, bu dünyada var olan herşeyi seviyorum ben. buna değer. beni ben yapan herşeyi...
her ne kadar kendini konuşarak ifade edemeyen biri olsamda, içimde kalan, söylemek istediğim herşeyi yazmak istiyorum buraya. o kadar çok ki, sığmamasından korkuyorum. ben büyüdükçe çoğalıyorlar kendi aralarında, tıpkı hayallerim gibi. upuzun kocaman cümleler. kimisi büyük harflerle, bağıra bağıra, çığlık çığlıga vuruyor kendini içimin duvarlarına. kimisi küçük harflerle gizli saklı kaybolmak üzere o kocaman karanlık boşlukta. ve ben yine gülerek bakıyorum insanların yüzlerine. her yaşın bir ağırlığı var bu yüzden. sıkı sıkı tutunmazsam yaşama düşecek gibiyim... ama düşmemeliyim...
gözlerim dolu dolu girdim yeni yaşıma. çünkü bu sefer benim bile zor taşıyabildiğim kocaman, ağır bi kalbim var. saçlarım kısa. kalabalığın içinde yalnız denir ya, işte o durumdayım. karmakarışık, zamana sığmayan hayaller sahibiyim. beynimi eritip bitiren ama benim söyleyemediğim, içimde tuttuğum milyonlarca cümlem, her defasında herkesi kandırmayı başardığım kocamaan bir gülümsemem var. O yok, sadece ben varım. bembeyaz kalabalığın içinde bile zar zor görünen küçük siyah bir noktayım ben. farkedilmem zor. işte bu yüzden güvendeyim. daha mutsuz, daha suskun, daha sakin, ve hep daha mutlu görünmeye çalışan biriyim artık. içimdeki acı çoğaldıkça, yüzümdeki gülümsemede çoğalıyor benim. sırıtmam gülümsemeye, gülümsemem kahkahalara dönüşüyor. ve bende dahil olmak üzere herkes gülüyor. içimdeki çocuğa acıyorum bu yüzden. ben neşe içinde gülerken, O içime dökülen gözyaşlarımın sağnağında, kendine sığınacak bir köşe arıyor. sıcak, kuru, sesiz... ama her yer Onunla dolu işte bulamıyor. bu yüzden çok hasta şimdi. ben içime ağlarken o kan kusuyor kalbimin üstüne. ben gözyaşlarımla yıkarken kalbimi. her defasında dahada şiddetleniyor öksürükleri. ölmek üzere. sanırım peter panı kaybediyorum...
iyi ki doğmuşum ben işte... iyi ki varmışım... ne çok severmiş insanlar beni... mutlu, nice sağlıklı yıllarmış. ben hepsine teşekkür edermişim. ama gelen her mesajda, her yazıda, hayatıma giren herkeste ve yaşadığım herşeyde Onu ararmışım. bulamazmışım.
doğum günün kutlu oldu peter pan. iyiki vardın. iyi ki doğmuştun. şimdi yoksun ama, ne tesadüf. bak, O'da yok...