28 Nisan 2011 Perşembe

iki Yeşil Susamuru

-merhaba.

-vejeteryan olmak zor iş okurlar. gerçekten, evet, hem kıvırcık hemde vejeteryan bir insanım. şikayetim et yememek değil aksine bundan gayette mutluyum. sorun şu ki arkadaşlarımdan bazıları hatta ilk kez duyanlar şok içerisinde. geçenlerde bir yere gittik yemek yemeye. bir vejeteryan makarna dedim. bir anda masadaki herkes dönüp bana baktı. arkadaşım ''nee sen vejeteryan mıydınnn?' dedi dehşete kapılmış bir şekilde. tereddütle 'e-evet' dedim. dövcekmiş gibiydi, siz olsanız siz de korkardınız. her neyse nasıl olur falan, bildiğin basbaya vejeteryanım ben. şaşılcak bişi yok. ot geldim ot gitcem derim zaten hep.

-kurban bayramıdır, odur budur saygım var. neye inanırsam inanayım, ki inancım var yani kendimce bir şeylere, saygı duymak lazım. inançlarımı her zaman gizlerim insanlardan bu yüzden. annem bile şu an dini inancımın ne olduğunu bilmiyor. çünkü saygı ve insan tepkisinin ne olduğunu kimse bilemiyor şu ana kadar tanıdığım. o benim içimde yaşadığım bir şey arkadaşım. sanane. Tanrı'mla arama neden giriyorsun? benim Tanrım, senin Tanrı'na benzemiyor ki zaten. iyiyim ben böyle. kişisel seçimlerimi kimse yargılayamaz zaten bi kere. siyaset konusunda da. daha yaşım genç ama tam zamanı. hazır reşitliğe 1 yaş kalmışken ve oy vermeye de başlayacakken. aslında benim bu konuda da kararım kesindi. üniversitede dahi ne dini inancımı ne de siyasi düşüncemi kimseye belli edememek. 2 yıl önce, bir arkadaş ortamında, kendini asi, sosyalist, entel ve kültürlü sanan ama aslında bunların hiç birini barındırmayan bir arkadaşım (inanın, böyle arkadaşlarım da var.) o zamanlar iktidarda olan ve halada olmaya devam eden siyasi parti hakkında abuk subuk bilip bilmeden konuşuyordu. çevremizdekiler de hı-hı diyip sallıyorlardı başını. onlarda bir şey bilmiyor tabi. adam haklı beyler şeklinde gidiyor muhabbet. bende içimden gülerek dinliyorum. baktı çok sessizim, ezecek ya beni, bana dönüp, ''Sağcı mısın, solcu mu?'' dedi. İnsanım ben dedim. kaldı öyle. kalırsın tabi. sanane milletin inancından seçiminden. madem laiğiz, saygı duyacaksın. ben Atatürk'ü severim. benim gözümde o, sadece o, gelmiş geçmiş en mükemmel zeka, siyaset ve halk adamıdır. (al sana siyasi görüş.)

-çok ciddi oldu. aslında ben bugün açıklanan YGS sonuçları hakkında yazacaktım. vejeteryanlık siyaset nerden geldi bilmiyorum. ha aslında bir yerde bağlanıyor YGS siyasete. ne de olsa büyük bir kopya skandalı var ortada. karıştırmayalım. ben merakla bu yılın birincilerini bekliyorum. benim sınava da az kaldı şaka maka. tırstım.

-son olarak İki Yeşil Susamurundan bir alıntıyla bitirmek istiyorum. bu kitap benim hayatıma çok benziyor. tabi bazı şeyler hariç. sanki ben yazmışım gibi;



''Oysa benimle beraber olacak erkeğin yüreği enine boyuna gelişmiş,
kahkahasının beyaz özgürlüğü, gözyaşının tuzlu emeğiyle hak edilmiş olmalıydı.
O erkek -her kimse, neredeyse ve varsa?-, benimle 'başa çıkabilmeli', beni sevdiğini dolu dolu hissettirebilmeliydi.
Egosunu hiç değilse, yeri gelince kontrol edebilen, 'ancak sevgiyle başa çıkılır seninle' diyerek, çaresizliği reddeden, hem çocuk, hem yetişkin bir erkek var mıydı? Daha doğrusu, oğlunu böyle yetiştirmeye yetkin bir anne var mıydı?''

İki Yeşil Susamuru (Buket UZUNER.)

27 Nisan 2011 Çarşamba

sırt çantası

- merhaba.

-eski yazı stilime geri döndüm fark ettiğiniz gibi. bazen eskiye dönmek iyidir der annem hep ve bazen gerçekten haklı çıkar. eskiye dönmek iyidi bazen.

-ben yine sırt çantamı alıp dışarı çıktım. beni tanıyanlar bilir. ne zaman kafam bir şeylere takılsa çıkar dolaşırım tek başıma. insanları izlerim, bazen kulak kabartır dinlerim konuşmalarını. ne hikayeler çıkıyor anlatamam. ben bugün hastalıktan ölmeme rağmen, o sağnak yağmurun altında sırt çantamı alıp dolaşmaya çıktım. yağmurlu bir günde vapura binmek çok güzelmiş. denizi çok severim bilirsiniz. karşıyakaya gittim. bostanlıya yürüdüm. ordan tekrar vapura binip konağa geldim. kuzenimle buluşup eve döndüm ve tüm bunları yaklaşık 3 saat içerisinde yaptım. beynim düşüncelerim yerine geldi. artık daha mutlu bir insanım.

-bununlada yetinmedim. evet sevgili okurlar bununlada yetinmeyip eve geldiğimde 3 günlük kısa Fransa turları araştırdım. büyük ihtimalle bu yaz yine sırt çantamı alıp içinde 1-2 parça eşyamla fransa'ya, büyük aşkım Parisi ve mucize kadınım Edith PİAF'ın mezarını ziyarete gideceğim.

-yetinmedim, yetinmeyeceğim okurlar, Fransa ve Almanya sınır komşusu ya, yine sırtımda çantamla sevgili teyzemi ve dayımı ziyarete gideceğim Almanya'ya. sırtımda çantam ve 1-2 parça eşyamla.

-tüm bunları tek başıma yapacağım ama istisnai olarak yanımda yalnızlığım ve özgürlüğüm olacak. onlar beni, birbirlerini hiç yalnız bırakmıyorlar. hatta ben bu haftasonu küçük çaplı bi gezi yapacağım. yine aynı sırt çantamla 2 günlüğüne kuşadasına kaçıyorum.

-görüşürüz okur, kendini mutsuzluktan uzak tut. iyi bak yani.

-sevgiler.

26 Nisan 2011 Salı

Masmavi

Düşlerimin üzerinde mavi tozlar var...
Öyle çok zaman olmuş ki onları temizlemeyeli, gerçekten şimdi her biri masmavi. Gerçek renkleri görünmez olmuş.
Öyle ki, hiç gitmediğim bir şehri özlemeye başladım, hiç görmediğim birine aşık oldum, hiç yapamadığım kadar güzel yemekler yaptım ve ben tüm bunlar için daha önce hiç olmadığım kadar mutsuz oldum. Neden derseniz, daha önce ben, hiç kitap yazmamıştım. Ben daha önce hiç, hiç görmediğim birine aşık olmamıştım. Örneğin her sabah iki mavi göz parlardı benim için, söndü tabi sonra. Ben öldüm. Sürem dolmamış, ölmemeliymişim, öyle dedi Tanrı. Cennetinden kovdu beni sonra yine bir maviliğe attı. O mavide boğuldum, yine öldüm. Ama bu sefer Tanrı kovmadı beni cennetinden, ben kaçtım...

Düşlerimin üzerinde mavi tozlar var...
Hiç görmediğim, hiç görmeden aşık olduğum o insanla masmavi bir geleceğin düşü var elimde. Ufukta minik bir kız çocuğu, adı İzmir...

Düşlerimin üzerinde mavi tozlar var...
4 mevsim sisli o şehirde masmavi bir gelecek var elimde. Hep sisler içinde bir kule var şehrin tam göbehinde, sanki özgürlüğe uzanır gibi delip geçen gökyüzünü.

Masmavi tozlar var düşlerimin üzerinde...
Hiç görmediğim, hiç görmeden aşık olduğum o kalbin hayalinin üzeri masmavi. Arada biraz yeşil de var sanki.? Bilmeden kırmış olabilirim ama, üzerinde masmavi tozlar var düşlerimin. Tatlı hayallerim var, bir çikolata dükkanı var ufukta. Champs caddesi üzerinde. Duvarları masmavi...

Düşlerimin üzerinde masmavi tozlar var...
Unutulmuş bir aşkın kalıntısı sanki. Ama hala güzel şeyler mavi. Gökyüzü, deniz, aşk, izmir..
Ufukta bir gelecek var, üzerinden silinmiş mavi tozlar, şimdi herşey daha net. Var olduğunu sandığım ama aslında olmayanmış aşk. Cesaret az kalmış yanında, ben söyleyememişim ama anlamamış o da. Ne de olsa benim mavi düşlerim, onunsa bensiz siyah. Ama masumdur siyah.

Benimse düşlerimin üzerinde masmavi tozlar var...
Onun hiç bir zaman anlayamayacağı mavi bir renk bu. Aslında benden başka kimsenin görmediği bir mavi. Gecenin mavisi, gündüzün gök rengi gibi değil. Sadece mavi o, ne açık, ne koyu. Benim hayallerim var, bu mavi benim düşlerimin rengi. Düş mavisi. Tozlu, toz mavi düşler bunlar. Görebilmek ne güzel...

Masmavi tozlar var düşlerimin üzerinde.
Daha net görür gibiyim şimdi geleceği. Düşlerim mavi ve bir o kadarda siyah aslında. Masum bir siyah bu. Karanlığın siyahı. Karanlık örter günahları. Işıksa gösterir, gizlemez hataları. Bir sokak lambası, sahibini hiç bilmiyorum ışığın. Görmüyürum ama seviyorum onu. Düşlerimin üzerindeki maviyle. Toz mavi bir sevgi bu. O bilemedi, anlayamadı çünkü, göremedi mavimi. Göremez o düşlerimi. Görse, severdi maviyi.

Çünkü benim,
Düşlerimin üzerinde masmavi tozlar var...

22 Nisan 2011 Cuma

Sahildeki Rum Çocuk

İlk baharda Kuşadası'nda olmanız lazım sevgili okurlar. burası mükemmel bir yer. her şeyi unutmayı başarıyorum. mümkün olursa İzmir'e yine ve yeniden yepyeni biri olarak döneceğim. zaten ada benim için çok özel bir yer. bilenler bilir.
demin yine sahildeydim. yanıma biri geldi. 19 - 20 yaşlarında, konuşması bir garipti. sanırım Rumdu. elimde yolda topladığım sarı papatyalar vardı. izin isteyip yanıma oturdu sonra papatyalardan taç yapmayı bilip bilmediğimi sordu. bilmediğimi ama çok sevdiğimi söyledim. papatyaları alıp taç yaptı bana. tacı taktım. çocukla da baya konuştuk 1 - 1,5 saat kadar. en yakın arkadaşıyla sevgilisini basmış. konuşması çok tatlıydı, saatlerce konuşsa saatlerce dinlerim o derece. oda beni dinledi. hayatımda 2. defa hiç tanımadığım biriyle konuştum. şu an ne ismini biliyorum ne de ona dair başka bir şey. muhtemelen hayatım boyunca da bir daha hiç görmeyeceğim onu. ama hep hatırlayacağım sahilde yanıma oturan rum çocuk.

bugün melankoli yapacağımı söylemiştim ama yapamayacağım sanırım. sahildeki rum çocuk içimde, düşüncelerimde ne varsa götürdü kendiyle beraber. neden hep böyle birden bire olan şeyler insanı, düşüncelerini değiştirir ki. anladım, her şey gelip geçici. ve kimse kimseye hiç bir zaman sonsuza dek sadık kalmayacak.

Sevgiler, La Môme

20 Nisan 2011 Çarşamba

Irk

Şu an Kuşadası'ndayım. Az önce sahilden geldim. Yazlığımız sahile uzak biraz haliyle yürüdüm. Ama yürümeyi severim, bilirsiniz. Özellikle bahar havasında burada yürüyüş yapmak harika. Yanınızda olmasını istediğiniz kişi sizden uzaktaysa fena tabi. Neyse, uzunca düşünme fırsatım oldu bu süre içinde. Gerçekten bu hayatta bazı şeyleri kafanıza çok takarsanız zararlı çıkan siz oluyorsunuz sevgili okurlar. İnsanların kafasındaki ben yaparım, ben yaparsam olur mantığını anlamıyorum bu yüzden. Sen olmadan da gayet iyiydi her şey, neden kasıyorsun düzelteceğim diye değil mi? Yok laf anlamaz insan oğlu, kafasına eseni yapacak illa, üstün ırkız biz var olan, düşünebilen tek canlıyız. Hah, bana sorarsanız düşündüğünü sanan tek canlıyız, orası başka.
Bir de kendini beğenmişlik var, aman aman. İnsan ırkının en belirgin özelliği. Farklı olanı dışlamak, kendi olanı ucube gibi görmek en iyi yaptığı şey bizim türümüzün. Mesela ben kıvırcığım. Çoğu düz saçlı insanla aynı ortama girdiğimde sanki başka bir dünyadan gelmişim gibi hepsi birden saçıma saldırıyor. Kafayı mı yediniz arkadaşım, saç o saç. Özel bir şey değil. Aileden gelen, genetik bir şey. Gel bizim eve, o zaman ucube olan sen olursun çünkü bu evrendeki tek kıvırcık ben değilim. Bizim ailede tonla var. Ama ben hiç bir zaman düz saçlı birine onlar gibi ucube misin lan diye bakmadım yani. Farkım kıvırcık olmaksa kabulüm. Bazen de dinlediğiniz müzikten giyiminize kadar her şeyi yadırgayabiliyorlar. Ne tuhaf. Farklı olmak mı istiyorsunuz, bu saçla başla olacak bir şey değil. Kendiniz olun yeter.
Kalabalık bir ortama girdiğinizde önce etrafınıza bakarsınız değil mi, haliyle kim var kim yok bir onu yoklarsınız. İnsanlar dönüp size bakar kim gelmiş diye. İşte tam o an bana lanet olsun be dediğiniz oldu mu? benim oldu. Geçen hafta ki İzmir Kitap fuarındaydım bende. Uykusuz dergisinin imza gününe katıldım. Mükemmeldi. Sevgili ablama doğum günü hediyesi olarak tüm çizerlerin mesajlarını ve imzalarını aldım. Ehe, sevincinden ağlayacaktı neredeyse. Bende kocaman bir postere hepsinin imzasını aldım. Ersin Karabulut'a aşık oldum geldim. Ha bir de Erman Çağlar... Yanımda zamanda yolculuğun mümkün olacağını savunan bir arkadaşım vardı. Gizem, Nasıl olacak dediğimde bana dönüp, uykusuzun imza sırasında kaynayıp öne geçmek dedi. yazmazsam içimde kalacaktı. Oda istedi zaten.
Ah insan oğlu ah, nasıl dolmuş içim sen ne pis bir yaratıksın. Kendini beğenmişliğin, kibirliliğin, cahilliğin, medeniyetsizliğin, her şeyinle sen bu dünyada 'insan' sıfatına layık değilsin. İnsan olmak zor, insan olmanın şartlarını yerine getirmek zor. Farklı olmak, insanların arasında öyle yaşamak da zor. Ben farklıyım coolum demiyorum. Aksine ben kendi halimde bir insanım. Benim derdim farklı olacağım derken işin ucunu kaçırıp sapıtan ve kendine insan diyen canlılarla. Mümkünse yok olsun onlar, tükensin soyları. Bu dünyada bir onlara birde örümceklere acımam.
Örümcek demişken, ablam adada iş buldu malumunuz buradaki yazlığa taşınacak. Temizlik yaparken koltuğun arkasından çıkan örümceği görseniz, ona saygı duyarsınız, önünüzü ilikler 1 dakikalık saygı duruşunda durursunuz. Çok korktum be.
Temiz hava beynimi açtı, bu sefer baya yazdım sanırsam. 4 gün buradayım ben daha da yazarım yani. Ne yazılar çıkar burada. İyi bu iyi
Bir dahaki yazımda biraz melankoli yapayım diyorum.
Sevgiler, La Môme

15 Nisan 2011 Cuma

Sokak Lambası

Efendim, ben nacizane yazılarımı yazıyorum, kime ne. Blogu kapattınız, tepkileri önleyebildiniz mi? Hayır. Açtınız, değişen tek şey bizim sinir katsayımız oldu. İyi oldu mu? Yine hayır. Devlet aynı devlet, tepki aynı tepki, sınavlarda hala aynı kopya skandalı. ÖSYM birşeyler karıştırıp suçu başkalarının üstüne atmata gayet başarılı itiraf edeyim. Sınav sorularıda gayet komikmiş, baya güldük sağolsunlar. Kopya enfes zaten, çok zekice kimin aklına gelmişse gerçekten tebrik ediyorum, harika. E bazılarınında hakkı yenmiş çok mu, bu zeka karşısında. (!) 4 dakika içinde 37 matematik neti, benim gibi sözele kayık bir TM öğrencisi için hazine değerinde. Hayatımda ilk defa bu kadar çok net yaptım, hem de görmediğim konularda dahildi buna. Dileğimi gerçekleştirdiği için soruları, şıkları hazırlayan herkese binlerce teşekkür. Her neyse, derin mevzulara girmeyelim, Blog değerli benim için. Ha bir de kitap var. Bitti kitabım, hayırlı olsun vatana millete. 'Sokak Lambası' Temmuzda tüm kitapcılarda. :D Beklemek konusundaki fikirlerimi biliyorsunuz az çok yazılarımdan. Karşımdaki insanın bana olan (her yönden) sadakatine bağlı bir durum. Ayrıca ona duyduğum güvene. Benim en kötü huyumda bu zaten. Karşımdakine güvenim sarsılsa bile belli edemem. Sonra ufak laf sokuşlarla falan büyük bir kavgaya kadar çıkar bu. Zor sinirlenen biriyim, aradaki olaylara bağlı olarak. Güvenede çok önem veririm. Bazen beni sinir eden, üzen herkese bir bir söylemek istiyorum herşeyi, sonra tutuyorum kendimi. Nede olsa hayatı yaşanılabilen kılan şeydir duygular. Ayrıca eminim ki bir gün pişman olacak yaptığı şeyden herkes. Tabi umarım. Çok geç olmadan fark etseler iyi olur hatta. Yazı yazmayı özlemişim ama, şimdilik bu kadar. Gündemden uzak kalmayın. Hayat, zaman çabuk geçiyor. Ben mi? Ben her yerdeyim, Dünyanın, evrenin her yerinde gizliğim. Sevgiler; La Mome.