28 Aralık 2010 Salı

Aşk


-İnsanlarla oyun oynamayı çok seviyorum. Kötü oyunlar değil bunlar. Onları hayatta olabilecek kötü şeylere karşı hazırlıyorum. Üstüme vazife değil belki ama onların böyle umursamaz tavırlar göstermesi benim canımı sıkıyor. Ne yani, zaman yanlarından hızla geçiyor ve onlar görmüyor mu? Sinir oluyorum.

-Yaşamanın anlamını kaybetmiş insanlar her daim sakin ve sessiz olurlar. Geri kalanlar, kelimelerle, seslerle doldururlar hayatlarını.
Hayatı hafife almayın. Yaşaması kolay değil. Kimisi yarış halinde, kimisi salmış artık, düşünmüyor bile. Oysa düşündükçe var insan. Tanrı diğer canlılardan ayırmış bizi, düşünüyoruz, kendi irademiz var. Aklını kullan. Tanrı sana zamanı, aklı, düşünme yeteneğini, el becerisini, duyguları vemiş, daha ne yapsın...

-Birine bağlanmak, sadece fikirlerini ve düşüncelerini bildiğin birine bağlanmak çok garip bir duygu olsa gerek. Elif ŞAFAK'ın ''Aşk'' romanını okuyorum şu sıralar. İnanın kitap sizi kendine bağlıyor, o derece. Elimden düşüresim yok hep okuyum hiç bitmesin istiyorum.






''Aşkın hiçbir sıfata, tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk.
Ya tam ortasındadır, merkezinde,
Ya da dışındadır, hasretinde...''

25 Aralık 2010 Cumartesi

Ancak


17 yaşında bir kız olmak, problemlerini kimsenin görmek istemediği, görsede umursamadığı bir kız olmak çok zor. Sorunsuz, sorumsuz görünen hayatımı kazıdıkca çıkar ama katranım ortaya. Çoğu insandan daha iyi olan hayatım, yeri geldiğinde Tanrıya dahi baş kaldırtabilecek kadar çıldırtıyor beni. Tanıştığım abuk subuk insanlarla dertleşebilecek kadar. Aslına bakarsanız hayatımın en berbat dönemi 17. yaş. Reşitliğe son 1 basamak kala hayatın 'gerçekliği' öğretmeye başlaması çok acı. Annemin pamuk gibi yumuşacık, sıcacık kucağından kalkıp, çıplak ayakla soğuk beton taşlarda yürümek gibi. Ürpererek. Daha 1.5 yıl var o saçma sınava. Oysa ben bilmem kaç küsür puan yapmalı, işi sıkı tutmalı, okumalı ve zamanı geldiğindede terketmeliyim bu ülkeyi. Hayallerimi anlattığımda yüzüme hı-hı diyen ama içinde,arkamdan kahkahalarla gülen çok insan var çevremde. Hatta neredeyse herkes diyebilirim. Yılmıyorum. Yılmayacağımda. Çekim yasası eğer işe yarıyorsa, ve çalışmam yetecekse gideceğim. Çekim yasası birçok şeyde işe yaramasada hayallerimi güvence altında hissediyorum. Emin olmak isterdim tabi ama beni gerçekliğe hazırlayan hayat iyi-kötü ayrımı yapmadan yapıyor şakalarını. Sevgisinden emin olduğum insanların gözlerine baktığımda ''Acaba hakkımda ne düşünüyor?'' sorusunu sormak, şüphe duymak korkunç bir duygu. İnsanlar tarafından yanlış tanınmakta. Şüpheci, telaşlı, vurdum duymaz, negatif, odun, düşüncesiz, bencil birinin profilini yansıtıyorum çünkü. Suç bende, kendimi yeterince iyi anlatamıyorum insanlara. Beni tanımıyorlar. Evet aslına bakarsanız, beni benden başka kimse tanımıyor. Bundan sonra kendim olacağım ama. Sevdiğim insanların gözlerine hep o şüpheyle bakacak olsamda artık, yinede seveceğim olnları. Sevgilerinden emin olsamda, olmasamda...

20 Aralık 2010 Pazartesi

Zehirli Sarmaşık

- Zamanın elinin değmediği bir şey gösterin bana. Zaman içerisinde değişmeyen ve hep aynı kalan bir şey. Hiç değişmeyeceğim, ben hep böyleyim diyen bir insandım ve evet şimdi kabul ediyorum değiştiğimi. Herşeyim, abartısız herşeyim değişti. Fikirlerim, görüşlerim, görünüşüm, savunduğum, sevdiğim insanlar. Hepsi, hepsi farklı artık. Nasıl oldu diyorlar... Çok uzun zaman önce, kaybolan çocukluğum, içimin kapkaranlık ormanlarında, kalbimin kapkara topraklarının üstünde kanlar içinde bullunduğundan beri böyleyim ben. Bakmayın süslü cümlelerime. Evet melakoliğim. Dışarıya yansıttığım gülücüklerim sözcüklerimin üstündeki kapkara örtünün konuşmamla kalkmasıyla oluyor. Tekerlememsi konuşmalarım karıştırıyorlarsa akıllarınızı, çok güzel bir söz var; yazan bir kişinin ne yazdığını anlamanız için ilk önce onu tanımanız, onu anlamanız gerekir. (açıkcası kimin söylediğini hatırlamıyorum şu an, ama var böyle bir söz, eminim.)
-anlamak, anlaşılmak, anlamak ve anlayabilmek, her ne kadar aynı kökten türemiş güzide sözcükler olsalarda, gerçekte o kadar uzak anlamları var ki birbirlerinden. anlatabilmek ve anlaşılmak arasında mesela. Felsefe falan yaptığım yok aslında. düşünebilen herkes anlar bunu...

-Kalabalığın ortasında yalnız kalmak, farklı bir duygu. yalnızlığa alışmış bir insan olarak, bunun farkına yeni yeni varmaksa felaket. yanlış anlamayın, benim açımdan yalnızlık sevgilisizlik gibi bir anlam taşımıyor. aksine şu an halimden gayette memnunum. ama şöyleki, kurduğunuz ve insanların anladığını sandığınız cümlelerinizin aslında havada boş boş sallandığını farketmek çok kötü bir duygu. bunu hiç bir zaman anlayamayacak galiba insanlar.

-Hayallerimden kimseye bahsetmemeye karar verdim. bir nedeni yok. öyle işte.

- Zar Adam kitabının ikisinide okumuş, kafası karı
şmış ve şansa inanmaya başlamış bir insanım artık. (Şans Tanrısı diye bişey varmış mış mış.)

-1.5 yıl kaldıı....

-Sevgilerimle...


7 Aralık 2010 Salı

böyleyken böyle



- bir insanın hayatınızdaki yeri konusunda şüpheleriniz varsa, kendinizi o kişiden geri çekin. yani, bir süre o kişiden uzak durun. eğer size yakın davranırsa size gerçekten bağlı demektir. eğer sizden daha çok uzaklaşıyorsa uzaklaşmanıza dünden razı demektir. eğer hiç bir tepki vermiyorsa sizin varlığınızdan bile haberdar değildir.

- insanların ne istediklerini anlamıyorum. iyi bir hayatın getirileri, yıkık dökük bir gece konduda yaşamaktan daha kötü olabilir. 'zengin olsam, arabam olsa, evim olsa..' peki o zaman, gerçek paralarınız olsada, gerçek dostlarınızın, sevgililerinizin, ailenizin olacağını mı sanıyorsunuz. hiç sanmam. insanları anlamıyorum, nedir bu kadar çok değştiren onları? hırs mı? cesaret mi? para mı? ben gerçeği istiyorum. mutlak doğruyu arıyorum.

- zamanın öldürdüğü şeyleri tek tek anıyorum şimdi. eskiden böyleydi, bak şimdi ne oldu demeye başladım. bu korkutuyor beni inanın. neydim ne oldum delisi bir insan değilim aslında. aksine bu hayatta ne yaşadıysam yanıma kar sayarım. ama olmuyor işte, zaman denilen o kavram bir anda hayatımnı altüstte edebiliyor düzenede sokabiliyor. kendime kızıyorum çoğu zaman. yada insanlara. tıpkı küçük bir çocuğun istediği oyuncağı almadığı için babasına beslediği o minik nefret gibi bir nefret besliyorum hayata. evet ben bir gün büyüyeceğim tıpkı o çocuk gibi ve camekandaki o süslü oyuncak çekmeyecek dikkatimi. peki ya o zaman, içimdeki çocuğu kim durduracak?
-geçmişin etkisinde kalan insanlar, şimdi hayatlarına giren herkeste bir diğerinin izine raslıyor. (kimse inanamaz ama, bende dahil.) o da böyleydi.... herkes birbirinin aynı aslında. değişen tek şey taktıkları maskeler. şebnem ferahın dediği gibi 'gözyaşlarımızın tadı aynı.'
-vurdumduymaz görüntümün altında yatan o duygusal karekteri şimdiye kadar kimseye göstermediğim için pişmanım. gerçekten. şimdi herkesin gözünde sorumsuz, aklı bi karış havada, amaaan boşver yeaaa, tipinde bi insanım ben. ama öyle değil inanın. eve gelince sakinleşen benliğim yarın sabah yine çıkartmak üzre kilitliyor gülüşlerimi sandığın içine. ve her gün yeni baştan sanki okul üniformamı giyiyor gibi giyiyorum o gülücüğü. mutlu değilim. aslında hiç mutlu olmadım. ne kadar çok kahkaha atarsam o kadar çok ağlıyor içim. bunları yazıyorum ama değişmeyecek yine insanların fikirleri. ama bir gün o gülücükler son raddesine gelip, artık giyilemeyecek dereceye gelirlerse, o zaman ben demiştim demeyeceğim.

- beni değiştiren ve ideallerime koşar adım ilerlememe yardım eden insanları seviyorum.

- sevgilerimle.


3 Aralık 2010 Cuma

karman çorman

- şu sıralar gerçekten çok yoğunum. bir yandan uykusuluk, bir yandan sınavlar... dershane, okul... çok yoruluyorum. ama mutluyum ya en azından, bunada şükür.

-sevgili annem, geçenlerde bana hayallerime dahada yaklaşma şansı verdi sevgili okurlar. YGS denilen o 2 aşamalı salakça sınav geçtiğinde, beni Fransa'ya gönderecek... inanın o kadar mutlu oldum ki. bana motivasyon oldu. zaten şu sıralar bir - iki dersim dışında gayet iyi gidiyorum. bence :D

-şu insanların anlayışsız tavırları çileden çıkarıyor beni. birşey yaptıysam bi bildiğim vardır, ne kurcalıyorsun ki daha. hem sanane, benim hayatım değil mi, etkilenecek olan benim, işin ucu sana dokunmuyor bile. ne yaşıyorlar kendi beyinlerinde bilmiyorum.

-beyin demişken, artık düşünce gücüne inanmaya başladım. çok ilginç, bir insan düşünce gücüyle kendi vücudunda yaralar açabiliyormuş mesela. bir kitapta okuyup uygulamaya çalışmıştım, tabi yara konusunu değil hani şu secret'ta bahsedilen evreni katalog gibi kullanıp kendi başına gelmesini istediğin olayları seçme mantığını. olmamıştı. ama artık inanıyorum. son bir haftadır Allaha şükür herşey yolunda hayatımda. şu 1 - 2 yılıda atlattım mı tamamdır, o zaman benden haber almak biraz zor olacak, bloğum dışında :D

-Zar Adam diye bir kitap okuyorum. eminim duymuşsunuzdur. ilk defa bir kitap başından beri bu kadar sürikleyici geldi bana. mükemmel bir kitap okumanızı tavsiye ederim.

-''farkındalık ve görmemezlikten gelme arasındaki uçurumun iki yakasına asılmış iptte sallanan bi cambaz. aşağıda, çılgın gibi akan sularıyla bilinmezlik nehri. sonunda, ölüm uçurumu.'' b.a.

-Athenanın arsız gönül şarkısını çok çok çok beğendim ben ya. gerçekten insanın içini kıpır kıpır ediyor. süper. :D

-uzun ara vermemek dileklerimle,

-sevgiler.

19 Kasım 2010 Cuma

hayal 2



Ağaçlı, uzun yol boyunca yürüyorum. Üzerimde geçen kış aldığım kalın, ama zarif montum var. Hep tercih ettiğim gibi, siyah rengi. Ellerimi ceketimin cebinden istemeyerek çıkartıp şapkamı düzeltiyorum. Annem yine mükemmel bir iş çıkartmış... Gülümsüyorum. Karın çamurda kalmış kısmından biraz çamur bulaşıyor çizmeme. Biraz sinirleniyorum kendime, ne kadar dikkatsizim.

Sonra yürümeye devam ediyorum. Tatili fırsat bilen çocuklar kar savaşı yapıyorlar geniş parkta. Kimisi ağaçların arkasına saklanıyor. O kadar mutlular ki. İçlerinden birisi, onları izlediğimi görmüş olacak ki, iri mavi gözlerini bana dikmiş bir şekilde sırıtıyor. Komik, o kadar tatlı ki, ister istemez ufak bir kahkaha atıyorum. Hemen ordaki tahta banklardan birine oturup keyifle onları izlemeye devam ediyorum. Küçük kardeşini kocaman, soğuk kar toplarından korumaya çalışan bir kız çocuğunu görüyorum aralarında. Küçük kardeş sinirli, muhtemelen ablasının onu korumaya çalıştığının farkında değil... Birden ablam geliyor aklıma, ne çok özlemişim onu... İzmir'i, denizi, kordonu.. Ailemi...

Ayağa kalkıyorum. Hava soğuk, neyse ki yarılamışım yolu. köşedeki gazeteciden gazete alıyorum. Ne kadar garip, 3 yıl öncesine kadar 1 gram fransızcam yoktu oysaki... Yürümeye devam ediyorum. Yolun sonuna geldiğimde, caddenin üzerindeki kafelerden birine giriyorum. Her zamanki yerime, büyük camekanın önüne oturuyorum. Kahvem her zamanki gibi, sade, şekerli. Güler yüzlü garson, mükemmel kokulu kahvemi kocaman gülümsemesiyle beraber getiriyor yine. Derin bir nefes alarak teşekkür ediyorum. Başını hafifce öne eğerek, nazikce cevap veriyor bana. Dışarıya bakıyorum, işte yine tam karşımda, meşgul, telaşlı insanlarıyla Paris... ve en büyük tutkum, Eiffel kulesi...

18 Kasım 2010 Perşembe

hayal 1




Geniş, kocaman beyaz bir odada gözlerimi açıyorum. Üzerimde beyaz üstüne pembe puanlı kalın pijamalarım var. Ağır ağır kalkıyorum kocamaan yatağımdan. Gözlerimi hafifce aralıyorum. Ayağa kalkıp yavaş yavaş mutfağa ilerliyorum. Çıplak ayaklarım mermerin soğuklğuyla irkiliyor. Kahve makinasını çalıştırıp banyoya ilerliyorum. Uzun koridorda sevgili şişko, tüğ yumağı kedim ayaklarıma sürtünerek günaydın diyor bana. Tedy'e olan özlemimi birkez daha hissediyorum. Onu sevip banyoya giriyorum. Saçım başım dağılmış, kıvırcık olmak zor tabi. 16 yaşından beri küt kullandığım, kıvırcık saçlarım yine bana baş kaldırmış. onları toplayıp yüzümü yıkıyorum. Ne kadar güzel bi pazar sabahı, diyorum kendime.

Salona giriyorum. Büyük geniş oda, hava kapalı olmasına rağmen daha bi aydınlık geliyor gözüme. Keyifim yerinde, arka fonda yıllardır çok severek dinlediğim Edith Piaf'ın müthiş parçaları çalıyor artık. Kahve makinası uzaktan kahvemin hazır olduğunu haber veriyor bana. Yine ağır ağır ilerliyorum mutfağa. Kocaman bardaktaki sıcak kahvemi alıp pencerenin önüne geliyorum. Çocukluğumdan beri hayran olduğum Eiffel Kulesi tüm ihtişamıyla selamlıyor beni. Gülümsüyorum, hayallerimi gerçekleştirmenin verdiği mutlulukla....

11 Kasım 2010 Perşembe

fark

- bir insanın yaşamak için ihtiyaç duyduğu şeyleri yapması, onları elde etmek için çalışması, ne zamandan beri gerip karşılanır oldu bilmiyorum. yada bir insan olduğundan farklı görünmek istemediğinde, kendi kişiliğini dış görünüşüne yansıttığında anormal mi görünüyor onu anlayamadım ben. her siyah giyen satanist, her sarışın aptal, her kız duygusal, her erkek sadakatsiz olmak zorunda değil. kendin olmalısın. herşeye rağmen. zamana karşı gelmek, insanların arasında göğsünü gere gere, ben buyum arkadaş, beni böyle kabul edin demekte ayrı bir keyiftir. tamam fikirlerine, görüşlerine katılmıyor olabilirsiniz ama yadırgamayın. sadece saygı duyun. çünkü inanın onlar gerçekten normal insanlar. dini inancı, dış görünüşü, dinlediği müzik, okuduğu kitap, siyasi görüşü, hatta ve hatta cinsel tercihi bile farklı olabilir. bu onu marslı yapmaz. müzik öğretmenim hep söyler; ''koyun kurt ile gezerdi, fikir başka başka olmasa.''

-bayram tatilinden sonra, uzuun bir süre sınav dönemi yaşayacağım. insanın hedefleri, şu an yaptığı şeylerden farklı olunca, çok zorlanıyormuş bunu anladım. dershaneyi ve okulu, aynı anda idare etmek çok zor. ama ben şimdilik dershaneye ağırlık veriyorum. işime yarayan o çünkü. okuldan eve geldiğimde, şöyle bir düşünüyorum bu gün işime yarayabilecek ne yaptım diye. çok çok üzgünüm ama kendimi bom boş bilgisiz bir insan gibi hissediyorum. ama geçicem bunu. yüksek hedefler koydum kendime. bunları başarmadanda içim rahat etmez. yarım bırakılan işlerden nefret ederim.

-geçenlerde otobüste bir olay yaşadım. bir adam, gereksiz yere kavga ettiği otobus şöförünün etkisinde kalarak, ordan başladı ve konuyu izmirdeki insanlara, davranışlarına falan getirdi. şöyle anlatıyım. beni çileden çıkartan sözlerde şunlar oldu zaten; ''ben kıbrısta askerlik yaptım, orda boynunda haçla gezen gavur bile bunlardan daha insan, koskoca başbakan 18 yaşından beri siyasetin içinde, yanılmaz o, gavur izmir dediydi. doğruymuş.''ve bunun gibi daha birçok cümle... o an içimden o adamın üstüne atlayıp ölümüne dövmek geldi. 10 Kasım Atatürk'e saygı yürüyüşünden dönüyordum. yorgunluktan ölmüşüm, bağırmaktan sesim kısılmış. ama sustum. onca insan, hepsi izmirli, ses çıkartmamaları zoruma gitti. beni yanlış anlamayın. daha öncede dediğim gibi, siyasi bir yönüm yok, tamamiyle sisteme karşıyım zaten, siyasetten nefret ederim. ha ama Atatürkçü müyüm? sonuna kadar. çok zoruma gitti. o adam orda bağıra bağıra hakaret etti izmire, izmirliye.

-bayram tatili ilaç gibi gelicek. 1 hafta yokum buralarda.

-sevgiyle kalın.

9 Kasım 2010 Salı

People keep talking that can say what that like. But all I know is everythings going to be alright.

8 Kasım 2010 Pazartesi

paramparça

Kazanmak mı? Kime ve neye karşı? Zamana mı? Hayata mı? Yoksa anlamsız doğrularıma mı? Ben hep yenildim ki onlara... Gereksiz, saçma bir aşkın arkasından yas tutarak hemde. Şimdi neye yarıyor? Geleceğim, mutluluğum hiç biri güvende, sağlam değil. Ne o aşk bir tam, bütün, nede ben. Paramparçayız... Ve şimdi susumak, bunca yıl sonra çektiğim bu acıyı kapatır mı? Yoksa ben, gitgide silikleşiyor muyum?


Kendime güvenimi kaybetmiş olabilir miyim? Belkide... Yada... Yadası yok işte, büsbütün soğudum hayattan.


Yaşayamam, ben var olmasam daha iyi... Ama bir ceset olarak toprakta yok olacağıma, ruhsuz bir beden olarak insanların gülücüklerinde, kötü anlarında bana ihtiyaçları varken yanlarında, fikirlerinde yok olucam. Yavaşca silikleştiğimde, işte o zaman, ölmüş, yıkılmış, bitmiş, kaybolan her ne varsa dünyada, o olucam. Ve öldüğümde Hürrem Sultan gibi, insanlar arkamdan, kim olduğumu, neden böyle yaptığımı bilmeden diyecekler ki; ne bir melekti, nede şeytan...


29 Ekim 2010 Cuma

koku

-29 Ekim Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun...

-Redd'in bir şarkısı var, her neyse diye. taktım bu sıralar ona. mükemmel bir şarkı ya. tabi bana göre. tavsiye ederim dinleyin. benimle aynı fikirde olacağınıza eminim...

-insan duygularının sadece kokularla harekete geçtiğini savunuyorum. şöyle ki, dış görünüşü sadece beğeniriz. ama aşk kimyasal birşeydir, hormonlarla alakalı. ve kimyasal bir olayı harekete geçirmek için başka bir kimyasal olayın gerçekleşmesi gerekir. tam açıklayamadım ama, temel düşüncem, bir insanın başka bir insana aşık olmasının tek nedeni onun kokusu olduğunu düşünüyorum. parfüm hariç, her insan teninin kendine ait bir kokusu vardır. ve biz anlamasakta, en hassas olan organımız burun, bu kokuyu alır... ve insan, aşık olur. ama aşk güzeldir ya, bu kadar basit değildir diyorsanız, siz bilirsiniz bu yalnızca benim görüşüm. :) ben kokulara karşı çok hassasım, parfüm kokularına. benim için çok önemli, bilmiyorum neden..

-ve birde sertab erenerin Lal şarkısı var. ben hiç bir şarkıda bu kadar duygulandığımı hatırlamıyorum... bugün zaten çok duygusaldım, bu şarkı beni iyice bitirdi. mükemmel....

-bu kadar.

-sevgilerimle.

14 Ekim 2010 Perşembe

back

-uzun zamandır nadasa bırakmış gibiyim bloğu. yazmıyorum evet ama istemediğimden değil inanın hiç vaktim olmuyor. ev okul dershane ve zaman bulursam azcık uykuyla yaşıyorum. şikayetci misin derseniz, hayır değilim. çok mutluyum...

-artık kendime bir savunma mekanizması buldum. uzun zamandır test kitapları ve konu anlatımlı kitaplar dışında doğru dürüst hiç kitap okumadım açıkcası. okuduysamda anlamadım. ama şöyleki, içimde bazı şeylere karşı bir özlem kıpırtısı hissettiğimde veya gözlerimin dolmaya başladığını hissettiğimde kitap okuyorum direk. başka hayatlara ortak olmak gibi, başka birinin hayatını yaşamak gibi. kitap güzel şey ya, gerçekten.

-bu arada kitabımada uzun bir süre ara verdim. yazmıyordum. vakit buldukça birşeyler karalıyorum ama.

-geçenlerde İzmir Senfoni Orkestra'sının açılış konserine gittim kan kardeşim Aylinle beraber. senfonik salsa dinledik. mükemmel bir konserdi. fırsat buldukça tekrar etmeyi planlıyoruz. sizede tavsiye ederim. klasik müzikle salsanın birleşimi sanırım dünyada ilk defa yapıldı. mükemmel bir ikili olmuşlar açıkcası. Mozart'ın o müthiş besteleri salsa ritimleriyle yorumlanmış. ortaya çıkan müziği dinlemeye doyamıyorsunuz inanın.

-insanlara derdimi ben mi anlatamıyorum yoksa gerçekten bazılarının anlayışı kıt mı? çözebilmiş değilim hala.

-biliyor musunuz bilmiyorum geçenlerde bir olay yaşandı İzmir'de. ege üniversitesinden bir cani, izmirin yüz karası, zavallı, buz gibi soğukta açlık ve benzeri zor şartlarda hayatta kalmaya çalışan minicik bir kediyi acımasızca öldürdü. ben sonradan izledim görüntüleri. inanın oturup ağladım. benimde 2 kedim var. bu insanlık dışı birşey ya. gerçekten yüreği nasıl dayandı vicdanı şu an nasıl rahat hiç bilmiyorum. Tanrı cezasını kalbine bir gram bile sevgi koymayarak vermiş zaten ben daha başka hiç birşey demiyorum.

-çok değişti herşey demiştim ya, insanlar değişmeden duramaz mutlaka bir gün o değişimi yaşarlar demiştim ya, evet sevgili okurlar ben o değişimi yaşadım. bilmiyorum, artık daha duygusalım, bi değişik geliyor insanlar bilmiyorum. anlamıyorum.

-mideme bir taş oturmuş gibi. boğazım düğüm düğüm... gülüyorum ama dokunsan ağlayacak gibiyim... gözlerimi kapatıp hayal kuramıyorum artık kara bir boşluğa düşüyorum bilmeden, istemeden. bu yaşayan ben değil gibiyim. bir başkası yaşıyor ve sanki arkalarda bir yerlerde ben izliyorum olanları. başımı kardırıp gökyüzüne bakmayalı o kadar uzun zaman oldu ki... hep birşeyler düşünüyorum hep meşgul düşüncelerim. müziğimin ritmi dahada yavaşladı. artık bana iyi gelen tek şey piano tuşları, keman sesi ve hafif bir tempo. sonra kapat gözlerini ve düş yine o dipsiz karanlığa. düş, hiç bir şeyi düşünmeden. sadece sen ve masum siyahın. mavi yok, acı yok, kalp atışlarımı duymuyorum. sadece nefes alıyorum. yaşıyorum ben. hala nefes alıyorum ve hala yaşamak için nedenlerim var.

-özlemişim yazmayı.

-sevgilerimle.

29 Eylül 2010 Çarşamba

yağmurlar

-küçükken ben, annem hikayeler anlatırdı. ciddiyim, şimdi bu büyük hayal gücüne sahip olmamın en büyük nedenidir bu. hayal ettğim, olmasını istediğim ne varsa kağıda yazardım. bir bakıma, Tanrı'ya mektuplar yazardım. olmayınca kızardım ona. isyan ederdim. zamanla anladım işte, herşeyin bir vakti vardı ve Tanrı bu zamanı çok iyi biliyordu. öğrendim, herşey, her zaman istediğimiz gibi olmaz. hayal dünyasında yaşardım. bildiğim herşey doğruydu o zamanlar. nede olsa bildiğim şeyler dünyada en çok güvendiğim insan, annemin anlattığı masallardan ibaretti. insanlar tanıdım, insanlar kazandım ve kaybettim. şimdi şimdi alışıyorum gerçek dünyaya, alıştıkça acı vermez oluyor gerçekler. alıştıkca, duvar örüyorum kötülere, kötülüklere.

-yağmuru özlemişim. yağmurun 'kokusunu' özlemişim. herşeyden arınmış, tüm mikroplardan, tüm pisliklerden arınmış en saf koku bence yağmur kokusu. bir hikaye vardır bilmem bilirmisiniz? yeryüzüne düşen her bir yağmur damlasını bir melek taşırmış. işte bu yüzden hiçbir damla birbirine değmeden kavuşurmuş toprağa.

-the Secret diye bir kitap okuyorum şu sıralar. evrene gönderdiğimiz sinyallerle ilgili birşey. bir konu üzerinde ne kadar çok odaklanırsanız o kadar gerçekleşme payı var diyor kitap. hep olumlu düşünün ki başınıza olumlu olaylar gelsin. bu düşünce bir yerden tanıdık geldi, hani herşey bir gün çok güzel olacak falan...

-sakinim bu sıralar çok. sürekli gülümsüyorum. istediğim şey oldu sanırım. son bahar geldi, dershanem, etüdlerim başladı. kocaman resim dosyam ve ben, okula beraber gidiyoruz artık. beynimde, kalbimde bana sıkıntı veren hiç birşey yok. artık hiç bir yere yetişme telaşı olmadan yağmurun altında sakince yürüyebilirim... ne güzel... sizede tavsiye ederim. ıslanmaktan korkmayın. :)

-uzun zaman olmuştu yağmurdan sonraki toprak kokusunu duymayalı. ne de güzelmiş, çiseleyen yağmurun altında yürümek. sanki tüm günahlardan arınıyormuş gibi ıslanmak, sırılsıklam olmak...
yağmurun tüm hüznünü hissettim o gün vücudumda. ağlamak bile olasıydı nedensizce. kaybolurdu çünkü gözyaşların. şemsiyelerini açtı insanlar. kimisi tek soyutladı kendini damlalardan. o sırada hızla yürüyüp çarptığı, ona çarpan insanlara kızdı. kimisi dostları, kimisi sevgilisiyle paylaştı o daracık kuruluğu, soyutluğu. bense zaten hiç soyutlamazdım kendimi, hep ıslanırdım yağmurda. içimdeki hüzün, gözyaşlarım, sevgim, nefretim, yalnızlığımla buluşurdum.

18 Eylül 2010 Cumartesi

hissetmez. düşünmez. bilmez.

-uzun zamandır masum sandığınız, hatta yıllarca arkasından yas tuttuğunuz insanın, aslında sandığınız gibi biri olmadığını anladığınızda, düş dünyanızda, düşüncelerinizde bi kırılma, bi kopma, bi eksiklik hissedersiniz. özellikle bu kişi yerini dolduramadığınız, her hayatınıza girende bir parçasını aradığınız biriyse. bu dünyadaki en saf, en salak insan olduğunuzu sanırsınız. öylesinizdir belkide. bu yüzden, yıllar sonra sizin daha olgun, daha küskün, daha kırgın olduğunuzu görünce şaşırır o kişi. sizi tanımaz. aslında hep öylesinizdir siz. o bilmez, hiç bilmek istememiştir çünkü... öyle meşguldür ki, çevresinde dönüp duran kırık kalplerin varlığını bile hissetmez. canı yanmaz. hissetmez. düşünmez. bilmez...

-en yakın arkadaşlarımdan birini, dert ortağım ve kader arkadaşımı bugün kendimden kilometrelerce uzağa yolcu ettim... onu çok seviyorum. her zaman yanındayım. (Gamze AYBEK.)

-kendimi değiştiricem. özüme dönücem. bu kadar gülücük, bu kadar mutluluk tablosu yeter. artık yoruldum bunlardan. gerçekten mutlu olana kadar o gün nasılsam öyle olucam. insanları güldürmekten yoruldum. tamam mutlu olmalarını görmek hoşuma gidiyor. ama hem onlara yalan söylemek, hemde kendimi kandırmaktan yoruldum artık. mutsuzum işte. en yüksek kulenin en yüksekteki odasına hapsedilmiş, asla geçmeyecek olan mutluluğunu bekleyen bir kız gibiyim. ki galiba; öyleyim...

- en çok kimi severmiş 'O' ?

-sevgilerimle.

14 Eylül 2010 Salı

yorgun

-uzuuun bekleyişimin sonunda, evet, dershanem başladı sayın okurlar. çok çok çok yorgunum. şu an bu yazıyı son derece uykulu gözlerle yazıyorum. açıkcası özlemişim dershanemi. eski arkadaşlarım falan hepsi ordalar. içimde kelebekler uçuşuyo bi rahatlık duygusu. kendimi her zamankinden daha güvende hissediyorum. nedenini bilmiyorum ama bu sıralar çok mutluyum. sanırım artık herşeyi geride bırakmaya başladım. kendimi amacıma daha yakın hissediyorum.

-ne cins insanlar var şu dünyada yarebbim. insan baktıkca şokta kalıyo böyle garip garip. dışardan bakarsın mantıklı, düzgün biri gibi görünür. konuşmaya başlayınca ardınıza bakmadan kaçasınız gelir. aman amaaaan......

-bu arada kitabım gayet güzel gidiyo. biliyorum biraz erken ama, kapağını falan hazırladım şimdiden. çokta güzel olmuş yani. yeni yeni kişiler katmayı düşünüyorum. biraz hayal gücümü konuşturucam. bi sakıncası yok yani. bende bolca var o hayal gücü denilen şeyden.

-neyse şimdilik bu kadar. bana iyi uykular, size iyi haftalar....

11 Eylül 2010 Cumartesi

kitap yazmak

-hayatımın her yerini doldurmaya çalışıyorum ya ben şimdi, olduk olmadık hobilerim var ya artık. napcağımı şaşırmış durumdayım. pelen pelen oldum. eski sakinliğimi kaybediyorum sanırım...

-kitap yazmaya karar verdim sevgili okurlar. (artık kaç kişiyseniz.) 2 yıl içinde gidicem ben falan diyorum ya, gitmeden 2 ay önce basılıcak kitabım. tabi umarım beğenir yayın evi. olmazsa 2 tane bastırıcam. biri kitabı yazdığım kişi, diğeride benim için. artık isteyenede fotokopi... :D

-merak edenler için, kitabın konusu tabikide benim. geçen senenin başından Almanya'ya gidene kadar yaptığım, yapacağım, yapmayı düşündüğüm herşey olucak içinde. keyif için yapıyorum zaten. başka bi amaç yok. aman insanlar sevsin meşhur bir yazar olayım gibi bir derdim yok.

-şaka maka okullarda açılıyor yani. çok keyifliyim anlatamam size. şimdi diceksiniz, salak mı bu kız neden istiyor okullar açılsın.? istiyorum çünkü tatil sıktı artık. yarında dershane sınavım var zaten. oh be, sonunda kalemim resim yapmaktan başka bir işe yarıycak. önüme geleni çiziyorum. dilirdim iyice. kendimden korkuyorum.

-o değil de, çok özledim ya tüm arkadaşlarımı. valla. 1 hafta kaldı 1.... Almanya'ya gitmemede 730 gün kaldı. sabır, sabır...

-türkiyede finallere kaldı ha basketbolda. tebrik ediyorum bizi. çok severim basketbol izlemeyi falan ben. favori oyuncum semih erden. mükemmel (Y).

-geleceğe dönük bir yazı yazdım ;

'' Bir Gün Belki Ben...

Senden uzak bir şehrin soğuk sokaklarında gezerken, çoktan unutmuş olucam ellerinin sıcaklığını. Buz tutmuş kalbimde, iyileşmiş olacak açtığın tüm yaralar. Kokunu unutucam. İsmini ve yüzünü de. Geçmiş acı vermeyecek çünkü sadece geçmiş olacak geçmiş. O soğuk sokaklarda, sana ait hiçbirşey olmayacak yanımda, aklımda, kalbimde... Şimdi biraz acıyor canım, evet, ismini duyduğumda ve sana ait anıları yaşadığımda. Buda geçicek...
Şimdi hayatı gelişi güzel yaşayan sen, sıkılıcaksın, üzülüceksin. Ağlayacak bir omzun olmayacak. Yanında 'seni sevdiğini söyleyen' kimse olmayacak. Dostların olmayacak. Senin kalbine, sevgine benliğini adamış olan ben, o zaman başka bir ülkede, başka bi sokakta, soğumuş ellerimi eldivenlerimle ısıtmaya çalışacağım. Mutlu olacağım. belki soğuktan üşümüş olan bir sokak köpeğine üzüleceğim sadece. Senin içten içe ağladığını, bir zamanlar benim yaptığım gibi etrafa sadece sahte gülücükler saçtığını görmeyeceğim, hissetmeyeceğim bile.
Bu yüzden rahat olacak içim. Elimdeki sandviçten bir parça köpeğe atıp, atkımı boynuma daha sıkı saracağım. Yağan karın altında, yarınki derste olacağım sınavı düşüneceğim. Evet, o sınava hazırım. Başaracağım... ''

7 Eylül 2010 Salı

şeker, çikolata ve kolonya

-grup aneminin merhamet şarkısına hastayım. ciddi ciddi şarkı bende takıntı yaptı. sürekli 7/24 o şarkıyı dinliyorum. kendimden korktum. ama sözleri melodisi falan süper.

-son kez gittim ada'ya. bir kış havası vardı, doğada, insanlarda... hüzün şehri gibi bişey. sokaklar, evler bomboş. kimse yok. geride kalanlar o soğuk havada bayramlaştı birbirleriyle. ananemle dedemin 22 yıldır türkiyedeki ilk bayramıydı. ev kalabalık oldu birazcık. çok mutlu oldular. o an işte, gerçekten yalnız olmadığımı anladım. ve aylar sonra ilk defa gerçekten gülümseyebildim. şeker çikolata ve kolonya.. bu 3'lünün içinde yüzdüm. maddi olarakta çok iyiydi hani. neyse :D

-toygar ışıklı'nın sen eşittir ben diye bi şarkısı var. Tanrım bir şarkı bu kadar mı anlatır bir insanı. aynı ben.

-geride bıraktım artık tamamen hüzünleri falan. ve insanlara hayır demeyi öğrendim. fark ettim ki diğer türlü daha çok kırılıyorlar. o değilde, benim canım yanıyo sonradan. en iyisi hiç birşeye karşmıcaksın. hayat güzel ne gerek var üzülmeye.

-yazcak fazla bişiyim yok bu sefer şükürler olsun ki yolunda herşey, herkes.

-harkese iyi bayramlar. :)

2 Eylül 2010 Perşembe

davul sesi

-bir davulcu sahur için neden aynı sokaktan 5 kez geçer anlamıyorum. sayesinde bünyem bağışıklık kazandı uykusuzluğa. 5de 6da uyuyorum artık. gece gündüz kavramım şaştı. hadi millet tınlasa neyse. sen o davulu çalmadan zaten sokaktan çalar saat sesleri gelmeye başlıyo. ne gürültülü mübarek ay ya. şaşıyorum. gerçekten, davulun sesi uzaktan hoşmuş.

-two and a half men. bayılıyorum o diziye. ha bide how I met your mother. gün boyu üst üste izleye bilirim. o kadar yani.

-insanların derdi gücü benle uğraşmak gibi. size ne hayallerimden. gelecek planlarımı anlatmaya başladığımda neden gülüyosunuz.? ciddi ciddi dinlesenize beni. hayır neresi komik almanyaya gitmenin, hem okuyup hem çalışmanın.? bana inanmıyosanız yüzüme söyleyin. 2 yıl sonra gidiyomuyum, gitmiyomuyum görürsünüz.

-hevesimi köreltemiyolar ama. kafamda bişiyleri kurdum. hayallerimin olması iyi birşey bence. uzun zamandır ilk defa yaşamak için bi amacım oldu. almanyaya gidicem. çalışıcam ve aynanda okuycam. mezun olduktan sonrada dönmem zaten türkiyeye. özlerim falan ama tatillerde gelirim ya. bana gülenlerede kucak dolusu sevgi yollarım ordan.

-1-2 gündür bir serinliktir izmirde. çokta mutluyum yani. üşümeyi özlemişim. yağmurda yağdı. ben geliyoorum diyor son bahar. ne kadar mutluyum bilemezsiniz. devam etsin böyle. iyidir iyi.

29 Ağustos 2010 Pazar

yeni hayat

-şu son 1 haftadır teomanın mavi kuş ile küçük kız şarkısına takmış durumdayım. durup durup dinliyorum. mükemmel bir şarkı. eski ama çok iyi. dedim ya kendime daha yeni yeni geliyorum. bazı şeyleri yeni keşfediyorum.

-sevdiğim insanların bloğumu takip etmesi çok hoşuma gitti. çokta beğenmişler sağolsunlar. hepsine çok teşekkür ediyorum. onları seviyorum...

-bu aralar çok keyifliyim. nedenini bilmiyorum ama içimde bi huzur, bi mutluluk. sevdiğim insanlar yanımda falan. okulların açılmasınada az kalmış. bak demiştim, herşey bir gün güzel olacak, herşey yoluna girecek diye. tamam herşey dört dörtlük olmayabilir ama en azından şimdilik yolunda. inancını yitirmezsen Tanrı hep yanında olur. buna inanıyorum. son bahar gelsin. okul açılsın. dershane başlasın. ben bir elimde resim dosyam, diğer elimde test kitaplarım koşturayım etrafta. kafamdaysa sadece etüdde çözemediğim soru olsun. yağmur yağsın. bir yere yetişmek zorunda olmadan sadece yüriyim altında. sırılsıklam olayım. ama mutlu olayım.

-çok fazla rüya görüyorum artık. ve nedense hep aynı rüya. nası yerleşmişse bilinçaltıma. benbeyaz bir ev. çiçekler falan. deniz manzarası. ufukta küçük bir tekne. ayaklarımı uzatmışım, martıların çığlık çığlığa uçmasını seyrediyorum. güzel rüya evet. tam istediğim hayat. hayalim diyebiliriz.

-ama önce yakın zamandaki hayallerimden başlamalıyım. şu 2 yılı geçirsem tamam. çabalıyorum, hem kendimi hem hayatımı değiştirmek için. geçmişin üstünü kapatamam ama, hatalarımı telafi edebilirim. her insan gibi keşkelerim var ama ben onlardanda iyikiler çıkarabiliyorum.

-hayatınızın ortasına geçip, her yeri dağıtıp bir anda çekip giden bi insanın ardından oturup yas tutmak, ağlamak yerine, bana yeni bir hayat kurma şansı verdiği için ona teşekkür edebiliyorum mesela. hatalarımın farkına vardım sayesinde. süper bir hayal sahibiyim, ve artık hayalime çok yakınım. sadece biraz daha fazla çalışmam lazım o kadar. ki o konudada güveniyorum kendime. arkamda koskocaman bir aile var benim. onların varlığını hissetmek bile büyük bir güç veriyor.

-en önemliside, giderken burdan, arkamda hiç bir soru işareti bırakmamış olucam. işte bu iyi.

24 Ağustos 2010 Salı

12 hayvan


-çok duygusalım bu sıralar ya. olur olmaz şeylere alınıyorum, üzülüyorum. kafama çok takar oldum saçma sapan insanları. ne gerek var oysa. ne yapıyolarsa yapıyolar sanane de mi. yok ama iflah olmaz bu kafa illa takıcak bişeyleri. illa deliricem.

-sanal aşkları anlamıyorum. sadece fotoğrafa bakarak aşık olabiliyorlar. garip. açıkcası ben 2 rötuşla kendimi dünyanın en güzel insanı yapabilirim. fotoğrafın rengiyle oynayarak yada shopla güzel bir insanı çirkin yapabilirim. inanmıyorum zaten böyle şeylere. saçma geliyor bana. bide beni daha görmedin bile diyince ben senin ruhuna, konuşmalarına aşık oldum diyolar. oldu canım bende inandım sana.

-o değilde, bide bu ona buna grup açanlar var, onların sonu ne olcak bilmiyorum. internetide abarttılar zaten. otobustegordum.com diye bişey var. otobuste gördüğün insanları buluyosun muhabbet falan. çöpçatanlık diz boyu. korkuyorum artık iyice tehlikeli oldu bu internet denen velet.

-hayatımızın her yerinde. teknoloji... karşıtı bi insan değilim ama suyunu çıkartıyolar ya sinir oluyorum. ihtiyaç var yok fark etmez. teknolojinin son noktası denen şey günlük hayatımda bir kere bile kullanmam dediğim bişeyse, ya bilim adamları kafayı yiyiyodur yada insan ırkı garipleşmiştir. bilemiycem.

-kimseye güvenmemek konusunda haksızmıyım? bence değilim. garip olan birşey yok ortada illa ki birinmi sevmek zorunda değilim, illa ki sevgilim olucak diye birşeyde yok. bu inat niye anlamıyorum. hayat benim hayatım sana ne. istediğimi yaparım.

-çin astrolojisi. süper eğlenceli bişey. öküz burcu köpek burcu falan. horoz saati onun gibi bişeyler. karışık ama eğlenceli. çok sevdim. kafa dağıtmak isterseniz bi bakın çin burcuna. 12 hayvanlı böyle hayvanat bahcesi gibi.

-mesela ben köpek burcu, horoz saatiymişim. buluncaya kadar canım çıktı. astroloji garip bişey ama seviyorum.

-sevgilerimle.

22 Ağustos 2010 Pazar

stayla

-eline gitarı alan tek başına sahile iniyor. o değilde, bide adamdan sayıyorlar kendilerini. 2-3 şarkı bilmekle insan olunmuyo ama işte. fark etmez. bak gitar çalıyorum kızlar bana hasta, bi kelimemle kölem olurlar modunda hepsi.

-keman çalsan hadi neyse. ama sahilde tek başına keman çalana deli gözüyle bakabilecek insanların yaşadığı bi ülke burası. her gitar çalan, bak ne kadar coolum. ak partinin canı cehenneme, referanduma hayır, yaşasın gandi kemal diye bağırıyor resmen. yanlış anlamayın siyasi bir yönüm yok. tam tersi siyasetten nefret ederim. uzaktan yakından alakam yoktur. ama ne biliyim garip geliyor bana. içim dışım bir diyen insanlarada pek güvenmiyorum. biraz değişebilmeli insan dediğin. hep aynı sıkılır ya insan.


- zaman içinde çok şeyden sıkıldım ben mesela. dinlediğim müziğin tarzından, aynaya baktığımda gördüğüm görüntüye kadar. zaman içinde, ben hiç değişmedim diyen insanların 2 ay sonra önceki haliyle arasında dağlar kadar fark olduğunu gördüm yani. bi garip bu insanlar. bende dahil.

-zaman kavramını çok önemsiyorum beni tanıyanlar bilir. dışardan bakıldığında hiç birşeyi takmayan biri gibi görünsemde, gece başımı yastığa köyduğumda düşündüğüm milyonlarca şey olur. çoğu zaman bu yüzden uyuyamam bile.

-o değil de, bu güne kadar hiç değinmediğim bi konuya değinmek istiyorum. apaçiler. nasıl bir ırktır bu. üstelik atalarıda izmir bucadanmış. vay canına dedim ya. inanılmaz bişey yani. kendi marşları falan var örgüt gibiler. kolları sallamaklı böyle acayip bir dansları falan var. dalga geçtiğimi sanmayın. garipsiyorum onları. hayır bu zamana kadar her siyah giyen, metal dinleyene satanist gözüyle bakan bir milletiz çünkü. apaçileri nasıl sindirdik, anlamadım. artık heryerdeler. hatta bence, herkesin içinde her an patlamaya hazır bir apaçi var.

-tatilin sonuna geldim. açıkcası hiçte özlemiycem yazı falan. son baharda yaklaşıyo, oh. yaprak dökümleri olsun, yağmurlar olsun. sevdiğim şeyler bunlar. son bahara hoşgeldin partisi falan vericem.

-birini özlemek ne demekmiş anladım ama. bu güne kadarki tüm özlemler fasafiso yani. harbi harbi garipten kokular falan duymaya başladım. korktum kendimden. neyse, biraz kitap okudum, denize falan girdim. iyiyim şimdi hafifledi biraz acım.

-gece gece yazıyorum ama 2 günde dolmuş içim. baya bişey kurmuştum aslında kafamda. ama bu kadar şimdilik.

-sevgilerimle.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

cennetin sesi


-yeni bir takıntım var artık. keman sesi. bayılıyorum ya. beni benden alıyor yani. iyi çalındığı zaman cennetten gelen bir sesmişcesine huzura eriyor insan. bide gıy gıycılar var. bana uzak Tanrı'ya yakın olsun. ama cidden çok seviyorum keman sesini. süper.

-nerde başladı derseniz ilginçtir, kuzenimin güzel sanatlar fakültesine girmek için girdiği sınavda yanında olmak için onunla gittim. beklerken konservatuardan gelen ses... hayatımın melodisi... ses mükemmel. çalan kişinin parmaklarına sağlık. malesef tanışma onuruna erişemedim o kişiyle. abartıyo gibiyim ama cidden aşık oldum sesine kemanın. bu güne kadar hiç dikkatimi çekmemişti. sanırım yavaş yavaş kendime geliyorum..

-1 aydan kısa süre kaldı dershanemin başlamasına. hayattan uzaklaşmama geri sayım başladı. yakında elinde sadece parlak bir gelecek olan, orta halli, kedili, sakin, arada yaramaz, sadece mesleğine aşık bir insan olucam. hadi hayırlısı...

-ben insanları uzaklaştırdıkca daha çok yapışıyorlar. gidicem burdan diyorum, anlamıyorlar. sabrınız varsa, beklerseniz tamam. ama inanmıyorum kimsede o kadar sabır olacağına. güvenmiyorum işte kimseye. neden bu kadar takıklar anlamıyorum. güvendiğim insanlar var tabiki. onlarlada konuşuyorum zaten. dertleşirim yani. diğerleri umarım bir gün anlayacaklar beni.

-şu yaz geçsede son bahar gelse artık. sıkıldım yapış yapış sıcaktan. okullarda açılsın. dershanem başlasın. boş boş geziyorum içim sıkılıyor. tamam pek çalışkan biri sayılmam ama, koşuşturmayı özledim be.

-sıcaktan mı bilmiyorum ama 1-2 gündür uyuyamıyorum ben ya. kanka oldum sivrisineklerle. 'abi naber, açım ya bi ısırıyım mı şurdan?' !şak! geber pislik...! bıktım be sizden.

-artık melankoli yok, tamam arada var. ama genelde yok işte. bundan sonra önüme gelenle dalga geçicem. eğer uslu bir çocuk olursanız bir gün sizde şirinleri görebilirsiniz. (Tanrım kafayı yiyyorum galiba.)

14 Ağustos 2010 Cumartesi

herşey çok farklı artık


uzun zamandır bu kadar değişik bakmamıştım insanlara. artık bana daha uzaklar. çoğu zaman saçma geliyor konuşmaları. durup durup 'neden bahsediyorsun sen' diyesim geliyor. sadece gülüyorum yüzlerine. onları dinlediğimi sansınlar diye. hayat devam ediyor. benim hayallerim var, beni seven insanların bana bağladığı umutları, istekleri...

dediğim gibi, herşeyi geride bıraktım. şimdi nirvananın sessizliği ve huzurunda, yeni hayatımı bekliyorum. bir sürü şey keşfettim ve fark ettim. yeni bir parfüm, yeni bir yazar, yeni bir müzik türü keşfettim. bununla beraber ablamı ne kadar çok sevdiğimi, aslında onun bir melekten farksız olduğunu fark ettim. birini dünyadaki herşeyden çok sevseniz bile bir engel çıkacağını, sonsuz denilen kavramın insanlar için olmadığını fark ettim.


herşey çok farklı artık. hergün mutlaka 2 kere geçtiğim yol, okula giderken bindiğim otobus, evde oturduğum koltuk, merdivenler... hatta her gün konaktan karşıyakaya giden vapur bile farklı artık. ellerim gözlerim ayaklarım benim değil gibi. hayata değer ne varsa kaybetmişti rengini. şimdi tekrar boyuyorum. bu sefer içinde mavi yok. bu sefer hiç bir renk, hiçbir harf karıştıramayacak hayatımı. ben buyum diyeceğim ve böyle kabul edecekler beni. tıpkı eskiden benim onları kabul ettiğim gibi.

şimdi azad edilmiş bir köle gibi özgürlüğüme koşuyorum. her ne çıkarsa karşıma acımıycam. bu defer hayalimle arama hiç bir şey giremeyecek. öcümü alıcam hayattan, herşeyden ve herkesten. ablam içinde. çünkü hiç bu kadar yakın hissetmemiştim ona kendimi. o, sadece o bana en büyük hediyesiymiş yüce Tanrı'nın...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

kendi çapımda


- '' yeter artık ya bıktım senden..!' bu gecenin köründe küçücük bir yaratığın beni hayattan soğutmasına karşı başlattığım ayaklanmamın serzenişiydi. hareket etmesem vücudumdaki tüm kanı emecekti. deli oldum. saat sabahın 5'i ve ben ayaktayım. uykusuzluktan ölüyorum ama sivrisinek iş başında. hep beraber sabahladık. uykusuzluk, ben ve sayın sivrisinek..!

- tek kelime türkçe bilmeyen küçük kuzenlerime baktım. tam 1 hafta. almancam ilerledi. gereksiz ne varsa öğrendim sağolsunlar.

- büyük planlarım var artık. yaşamak için mükemmel bir nedenim oldu. çok çalışmalıyım. at gözlüğü takmalı. etrafta ne varsa hepsini yok saymalı...

- ne kadar çok insan tanırsan, o kadar çok hata yaparsın. kendinden emin değilsen hele, seni kimse kurtaramaz hata yapmaktan. hiç birşey sonsuzda kaybolmaz. mutlaka bir son bekler onu. iyi şeyler nasıl bitiyorsa, kötü şeylerde bitecektir. birgün herşey yoluna girecek.

- yeni bir grup keşfettim kendi çapımda. daha doğrusu dinlemeye yeni başladım. ''pickpocket.'' süperler.

- Ölürken. (jim crace) süper kitap.

- bu günlük bu kadar. sevgilerimle.

3 Ağustos 2010 Salı

yeni

içimdeki pişmanlıkla karışık mutluluk duygusunu nasıl yeneceğimi bilmiorm... bir yanım, bırak böyle kalsın, belkide gerçektir bu, tamamıyla gerçek diyor.. diğer yanım bırak gitsin, sana o lazım değil... ikisi arasında gidip geliyorum aynı fırtınada yolunu şaşırmış ufak bi yelkenli gibiyim.. istediği yere çekebiliyor rüzgar beni.. ama biliyorum ki sadece yüzdüğüm, kaybolduğum o Masmavi deniz gerçek...

tamam artık herşey bi yana. fırtına durdu. bugün yeniden başladım hayatıma. ve artık kimseyi alamayacak kadar dolu yaşamım. önümde beni bekleyen, upuzun başarılarımla dolduracağım bir gelecek var. ve biliyorum ki bu yolda yalnız değilim. hiç bişeyi kafaya takmıycam artık. ne onu, ne bunu, ne şunu...

yeni bir kitap aldım bugün. yeni bir model verdim saçıma. yeni kalemler aldım ve tertemiz yeni kağıtlar. zihnimi arındırdım tüm pisliklerden, lekelerden. şimdi yeni bir ben var bu dünyada. yeni bir yaşam. içi huzur dolu mutlu bir insan yarattım kendimden. dediğim gibi, son bahar yaklaşıyor. yağmurlar yağacak ve yapraklar dökülecek. ve ben bir elimde test kitaplarım. bir elimde okul çantam, koşuşturucam etrafta. artık hayatımdaki tek şey, en önemli şey geleceğim olacak. ve hep böyle kalacak.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

hayatın Son günü

tutmalıyım kendimi diyorum. ama aslında başından sonunu düşünmek hata belkide. gözlerimi dolduran yaşların sebebini bilmeliyim. geçmişi sorgularken karşıma çıkan hatalarım mı, yapmadığım, yapamadığım, içimde kalanlar mı, söyleyemediğim, söylemekten korktuklarım mı... ne çok nedeni var bir damla gözyaşımın. ne kadar mutluydum. ağzım kulaklarımda, yüzümde aptal bir ifadeyle dolaşıyordum. şimdi neyim, nerdeyim bilmiyorum. neden hiç birşey başladığı gibi devam etmez anlamıyorum. kendimi hiç olmadığım hadar yorgun, bitkin, sessiz, sadık, neşesiz hissediyorum. sanırım gerçekten büyüdüm ben. şu son 1-2 haftadır çok garip hissediyorum. burnumda daha önce hiç duymadığım, duydukça içime hem korku hem neşe salan bir koku var. kilit vurmuşcasına sessiz dudaklarım. sanki yüzyıllardır yaşıyor gibiyim. eskisi gibi değilim, olamayacakmışım gibime geliyor. gülemiyorum... konuşamıyorum... ben artık, hiç birşeyi hissetmiyorum...

28 Temmuz 2010 Çarşamba

masum siyah


o an bardaktan boşalırcasına yağmur yağsın istedim bu şehire. yağsın ki saklamama yardım etsin gözyaşlarımı. her zamanki gibi ağlayıp kapatayım hatalarımı. zordu bu sefer, çünkü yaptığım hata mı, doğru mu bilmiyorum. birinin yerini doldurmak kolay değilmiş, anladım. bir maviyi başka bir maviyle karalamak. kocaman harflerle üstünden geçmek. yıllarca kapanmayacağını bildiğin büyük yarayı, saniyede kapatmayı istemek. zormuş, yaşar gibi görünmek, nefes almadan hayatta kalmak.

küçükken hep karanlığın siyah olduğunu düşünürdüm. korkardım siyahtan. kötüler siyah giyerdi, ölünce insanlar, sevenleri siyah giyerdi artlarından. siyah karanlıktı, kötüydü. matemdi siyah...
ne kadarda masummuş aslında. şimdi anlıyorum.

bizde masum oluyoruz ya çocukken, düşüncelerimiz, fikirlerimiz, oyunlarımız... işte bu yüzden masum diyorum siyaha. çünkü büyüdükçe başka renkler aldı karanlık, gittikce daha mavi oldu, kötülerin oldu, matem oldu mavi... ağlattı beni, bu şehre yağmurlar yağsın istedim, saklasın gözyaşlarımı.

büyüdüm... ve bana keşke dedirtecek kadar değişti herşey. pişman oldum kaç kez yaşadığıma. sustum. çünkü büyüdükçe bunu öğretti hayat bana. ucu belirsiz yarınlarım oldu. sevdiğimden emin, sevilmedim kaç kez...

en kötüsüde mavi oldu karanlığım. ve ben çok sevdiğim maviden korkar oldum. sussun istedim herkes benim gibi. yaşayan herşey, tüm canlılar sussunn. ölmek istedim, onu bile beceremedim.

kendi sonumu kendim yazdım. kendi kendimin kıyametini başlattım şimdi. sadece oynamak kaldı, senaryoda kalan birkaç cümlemi söyleyip bitiricem oyunumu. matemimde mavi giysin insanlar. kirletmesinler masum siyahımı...

19 Temmuz 2010 Pazartesi

adio querida

izmirdeyim. bugün, içinde bulunmaktan çokta mutlu olduğum o bunaltıcı olarak tabir edilen sıcağın ortasına balıklama daldım. otobüste bulunan 6 çocuğu - ki biri canavar gibi neresinden çıktığını bilmediğim iğrenç bir ses çıkartan yaratıktı - saymazsak gayet güzel bir yolculuktu. azcık midemi bozmuşum. olur o kadar.
çok özlemişim izmiri. havası bile farklı. farkılı bir şehir burası. tabi bana öyle geliyor olabilir. çünkü ben gerçekten izmire aşığım. bunu bu yolculukla daha iyi anladım...
amasyaya giderken yolda aslında pek az bildiğim bir şarkıcının, yasmin levy'nin, beni benden alan bir parçasını dinledim. adio querida. daha neyce olduğunu bile çözemediğim bu parça, çokta duygusal olmamama rağmen gözlerimi doldurabildi. inanılmaz bir ezgisi var. daha sonradan araştırdım ki, sadece şarkının nakaratını bulabildim, türkçe çevirisi yoktu, adio querida - hoşcakal sevgilim, öldürmeden gitme içimdeki sen'i...- bu tek cümle yetti şarkıyı çözmeme.
aşık oldum. evet gerçekten bu şarkıya aşık oldum...

bu sıralar bi başka mutluyum aslında. hayatımda çok fazla yer kapladığına inandığım, ama ne yaparsam yapayım atamadığım bir sıkıntıyı attım üzerimden. yanlış anlamayın. unutmak o kadar kolay değil. ama deniyorum işte. başarıcamda, inanıyorum...



ve ben sensizliği yaşarken hiç ağlamazdım. sadece, yıldızlar düşerdi gözlerimden. -m. coşkundeniz-

16 Temmuz 2010 Cuma

nirvana

amasyadayım. uzun bir süredir nirvanaya ulaşmış durumdayım. sakin, sessiz bir hayat sürüyorum tıpkı istediğim gibi. ama izmiri çok özledim...
acaba kim nerde napıyor diye düşünüyorum sürekli. izmirin o bunaltıcı sıcağını, annemi, kedimi, odamı, bilgisayarımı çook özledim. burda hava baya kapalı. yağmur yağmak üzere. yağmuru çok severim. ama sevdğim insanlar yanımda olmadığı sürece ne anlamı var ki, yağmurdan sonraki toprak kokusunun.
bugün çok farklı, daha bi başka anlamlı bi gün benim için. bugün benim 2. doğum günüm gibi birşey. hayata tekrar baslamamın, yasamı tekrar sevmemin 16. yıl dönümü. mavinin anlam kazanmasının, gökyüzünün, denizin mavisinin daha bi soluklaşmasının doğum günü. ama mavi yanımda yok. hayatımda maviye değer hiçbir şey yok. yok, olmadı, olmayacak.
gelişi güzel yaşarken, zaman anlamsız, olağan birşeyken, değerini kaybetmişken insanlar ve duygular, işte o zaman o an...
uzatmanın alemi yok. dışarıda beni, tüm folklorik özellikleriyle yamacına bekleyen küçük ama şirin bir şehir var. tepesinde kocaman kalesi, nazlı nazlı sallanan o al bayrağıyla. harşena tüm görkemiyle her sabah olduğu gibi karşılayacak beni. yaşamak hiç bu kadar anlamsız, mavisiz olmayacak. ama yaşanacak. herşeye, herkese, tüm mavilere inat yaşanacak. harşena bunu ister. amasya bunu bekler.
folklorik olarak sana saygım var ama seninle kalamam amasya..

4 Temmuz 2010 Pazar

palyaço


gitmek ve gelmek arasındaki ince çizgi üzerinde dengemi kurmaya çalışıyorum. çoğu zaman esen sert rüzgarlarda hafiften sallansam da dengedeyim şu an. birde geçmişten gelen o sert fırtına olmasa... tam yoluna koymuşken herşeyi... nerden çıktı bu diyordunuz. öyle bir fırtına ki, sadece dengenizi bozmakla kalmayıp, beyninizi, düşüncelerinizi allak bullak ediyor. düşünemiyorsunuz. daha doğrusu düşünseniz bile sadece o fırtına oluyor beyninzin içinde. bu kaos içinde, ayakta durmak zordur işte. ruh gibiyim. fırtına öncesi sessizlik çoktan bozuldu. şimdi sadece kaderimi bekliyorum...
şimdi hayat, çocukluktan beri korktuğum palyaçolar gibi üstüme geliyor. sahte deil aynen onlarınki gibi gözyaşlarım, içime attığım. gülüşlerim sahte. her dakika insanları güldürüyorum. ben de gülüyorum... gülücemde. çünkü bunu ister palyaçolar, her ne kadar beni korkutsalarda...

1 Temmuz 2010 Perşembe

iyi ki doğmuşum.

bugün benim doğum günüm... yanımda olmayan bir insanı yanımda hayal ederek, kalbimde o, beynimde onu unutma düşüncesiyle gezdim, bana değer veren insanların yanında... en sevdiğim yerde, inciraltı'ndaydım. bilmiyorum ama orayı gerçekten çok seviyorum. belkide denizi, denizin mavisini sevdiğim içindir. bilmiyorum. aslında benim gibi bir izmir aşığı, izmirin hiç bir yerini ayırmamalı ama inciraltı özel benim için, nedensiz bir şekilde, çok seviyorum orayı. neyse fazla uzattım, asıl mevzuya geleyim.
tam 5.840 gündür hayattayım, nefes alıyorum. yaşama sıkı sıkıya bağlıyım özellikle şu son 3 yıldır. hayatım boyunca geçirmediğim kadar eğlenceli, mükemmel bir doğum günü yaşadım. beni seven insanların yanında. yaşamayada devam edicem. biliyorum.
beklemediğim insanlar kutladı doğum günümü. insan ne çok seviliyormuşum ya, demeden edemiyor açıkcası. soğolsunlar, bende hepsini çok seviyorum. iyi kötü güzel çirkin, herkesi, herşeyi, bu dünyada var olan herşeyi seviyorum ben. buna değer. beni ben yapan herşeyi...
her ne kadar kendini konuşarak ifade edemeyen biri olsamda, içimde kalan, söylemek istediğim herşeyi yazmak istiyorum buraya. o kadar çok ki, sığmamasından korkuyorum. ben büyüdükçe çoğalıyorlar kendi aralarında, tıpkı hayallerim gibi. upuzun kocaman cümleler. kimisi büyük harflerle, bağıra bağıra, çığlık çığlıga vuruyor kendini içimin duvarlarına. kimisi küçük harflerle gizli saklı kaybolmak üzere o kocaman karanlık boşlukta. ve ben yine gülerek bakıyorum insanların yüzlerine. her yaşın bir ağırlığı var bu yüzden. sıkı sıkı tutunmazsam yaşama düşecek gibiyim... ama düşmemeliyim...
gözlerim dolu dolu girdim yeni yaşıma. çünkü bu sefer benim bile zor taşıyabildiğim kocaman, ağır bi kalbim var. saçlarım kısa. kalabalığın içinde yalnız denir ya, işte o durumdayım. karmakarışık, zamana sığmayan hayaller sahibiyim. beynimi eritip bitiren ama benim söyleyemediğim, içimde tuttuğum milyonlarca cümlem, her defasında herkesi kandırmayı başardığım kocamaan bir gülümsemem var. O yok, sadece ben varım. bembeyaz kalabalığın içinde bile zar zor görünen küçük siyah bir noktayım ben. farkedilmem zor. işte bu yüzden güvendeyim. daha mutsuz, daha suskun, daha sakin, ve hep daha mutlu görünmeye çalışan biriyim artık. içimdeki acı çoğaldıkça, yüzümdeki gülümsemede çoğalıyor benim. sırıtmam gülümsemeye, gülümsemem kahkahalara dönüşüyor. ve bende dahil olmak üzere herkes gülüyor. içimdeki çocuğa acıyorum bu yüzden. ben neşe içinde gülerken, O içime dökülen gözyaşlarımın sağnağında, kendine sığınacak bir köşe arıyor. sıcak, kuru, sesiz... ama her yer Onunla dolu işte bulamıyor. bu yüzden çok hasta şimdi. ben içime ağlarken o kan kusuyor kalbimin üstüne. ben gözyaşlarımla yıkarken kalbimi. her defasında dahada şiddetleniyor öksürükleri. ölmek üzere. sanırım peter panı kaybediyorum...
iyi ki doğmuşum ben işte... iyi ki varmışım... ne çok severmiş insanlar beni... mutlu, nice sağlıklı yıllarmış. ben hepsine teşekkür edermişim. ama gelen her mesajda, her yazıda, hayatıma giren herkeste ve yaşadığım herşeyde Onu ararmışım. bulamazmışım.
doğum günün kutlu oldu peter pan. iyiki vardın. iyi ki doğmuştun. şimdi yoksun ama, ne tesadüf. bak, O'da yok...

28 Haziran 2010 Pazartesi

korkaklardan korkarım ben


uzun uzun düşünmek için çok zamanım oldu. gün doğumu ve gün batımı arasında... çok zamandır yazmadığım, daha doğrusu yazmaya çekindiğim bi konu üzerinde, sayfalarca yazdım. insanlar pek değer vermezler. verdiklerini sanırlar. aşk. herkese göre farklıdır. birçok düşünce birleşir, çatışır. '' seviyorum ulan'' demek değildir aslında. çoğu insanın düşüncesinin tersine. karşısındaki insanın mutlu olduğunu görüp mutlu olmaktır. içinizde yaşayarak çökertin demiyorum. unutmakta o kadar kolay birşey değil biliyorum. bunu bende daha yeni anladım. dedim ya, herkese göre farklı aşk, her dilde, her şekilde bir tercümesi var. bazen cümleye bile gerek duymazsın. gözlerinin içine bakman yeter. o insanı, hissettiklerini, düşüncelerini okumak, bir bakıma zamanı durdurmaktır. ama şu an öyle bir durumda ki, seni seviyorum gibi önemli bir cümleye içinden, a gerçekten mi? başka, diyen bir insan, daha kendine bile inanmadan bende diyor. karşılığı bu değil o cümlenin. sevmiyorsan, ne işin var onun yanında. anlayamıyorum insanları. anlamaya çalışıyorum, olmuyor. mantık dışı. hepsini geçtim, bir insan kendine nasıl yalan söyler. çevresindeki insanlar kolayca kanar, ama sevmediğin birine seni seviyorum derken, kendi kendine yalan söylemiş olmazmısın aslında?
kimiside korkar işte bu insanlar yüzünden. cesaretle gözlerinin içine bakarak söylemez kimse o önemli cümleyi. ya kabul etmezse? ya öyleyse, ya böyleyse... korkaklardan korkarım ben. işte bu yüzden kimseye güvenemiyorum artık. ne zaman biri çekinmeden gelip gözlerimin içine bakarak konuşursa benimle, işte belki o zaman korkmasına gerek kalmaz. iki klavye tuşuyla, photoshoplu 1-2 resimle, olmaz. kimi kandırıyorsun? sadece kendini. bilmiyorsun ama şu an yıllar önce içinin derinliklerinde kaybettiğin o küçük çocuk bile dalga geçiyor seninde... yalancıı yalancıı, sana kimse inanmazz......

18 Haziran 2010 Cuma

İzmir için


vee beklenen yaz tatili... en kısa zamanda bir gelenek haline gelmiş tatile bende çıkıcam. amacım herşeyi geride bırakmak ve 3 ay sonra yepyeni bir ben, yepyeni bir hayal gücü ve yepyeni ümitlerle geri dönmek. yazı sevmiyorum, biliyorsunuz. ama bazı şeylerden uzaklaşmak ve bu bendeki balık hafızası derecesindeki unutkanlığı insanlar üzerinde denemenin en güzel yolu. izmirden bir süre uzak kalmak bana ve ruhuma bir süre tedeavi etkisi yapacak sanırım. iyi olacak. herşey çok güzel olacak. tam tamına 3 ay yok olmasamda kimsenin olmadığı o ıssız yerde kendimi daha iyi tanıyacağım. eminim. çünkü bunun için kendime hiç zaman veremedim. kendimi tanımıyordum ve bu yüzden hep bir çatışma içindeydim benliğimle. yada bir başkasını koymuştum, yabancıydım kendi içimde. her neyse bunuda çözücem. tek dileğim, sonbahara sorunsuz, tertemiz başlamak. kimse olmasın, ailem dostlarım ve ben kendime yeterim. 'yeterince arkadaşım var, daha fazlasına ihtiyacım yok.'....
geçmişin gölgesinde yaşıyorum ben hala. bundan kurtulmam lazım. ama insan çabucak silemiyor yaşadıklarını. orta okuldan mezun olunca, unutucam demiştim. unutamadım. nefretimi hala saklarım içimde. kimse üstüne alınmasın, nefretim kendime... nasıl düşüncesiz, yalnız ve suskun kaldığıma yanarım... kabustu, geçti, diyemiyorum...
lise yeni bir başlangıçtı benim için. öylede oldu. süper bi hayatım oldu. yeni bir ben oldum lisede. değiştim. güzel oldu herşey.. birkeç şey dışında. onlarıda atlattım, geride bıraktım. ama izlerini taşırım hala. insanlar dkkatle baksalar gözlerimin içine anlarlar. ama kimse cesaret edemiyor işte. edemeyecekte.
lise 2 daha başkaydı. kardeş derecesinde sevdiğim dostlarım vardı yanımda. bazı depremler yaşadık, sallandık, ama asla çökmedi dostluğumuz. hep beraberdik. eminim hep beraber kalıcaz.
hep yanımdaydılar, yıllar sonra ilk kez aşık olduğumda mutluluğumu, her zamanki gibi bu aşk yüzündende acı çektiğimde gözyaşlarımı paylaştılar. laf olsun diye değil, gerçekten hakkını verdiler, beraber gülüp beraber ağlamanın. ben unutamasamda ellerinden geleni yaptılar unutturmak için. hep vardılar, hep var olacaklar...
şimdi lise 3 olduk. onları tanıyalı 3 yıl oldu. ama sanki beraber büyüdük... boyle geçti yıllarımız beraber acı tatlı...
yanımda olmayan insanlarda oldu tabi. ama onlar içinde mutluluklarım var içimde. çok duygusal biri olsamda, asla belli etmedim bunu. yazdıklarımdan anladılar ancak. ben hep yazdım. hayatım boyuncada devam edicem buna. mevsimlere, dostluklara, sevgilere, aşka, çiçeğe, böceğe, herşeye ve herkese yazıcam... şimdiyse yalnızca kısa bir ara veriorm. kendimle tatile çıkıcam. yeni bir ben dönecek izmire, elinde valizi ve içinde yeni umutlarıyla. mutlu kal izmir, mutlu karşıla onu. çünkü o, seni çok özliycek...

12 Haziran 2010 Cumartesi

yağmurların masalları


kaybolsam karanlıkta ve kaybetsem seni.
anlatmasam kendi kendime yaşamaya çalıştığımız o ufak anıları.
günlerim gecelerim,
sen varken nasıl sensiz geçiyorsa günlerim,
sen yokkende öyle geçse.
zamanı durdursam,
yelkovanı öldürsem akrebin zehiriyle,
akrebi ezsem kabuslarımın altında.
ve sen bu sefer sensizliğinide alıp gitsen.

uyusam, uyusam, uyusam...

ve rüyamda sen olmasan bu sefer.
durup durup ağlamasam.
geçmişe dönüp toplasam gözyaşlarımı.
bir deniz yapsam,
kıyısında aşk acısıyla yaşayan insanlar,
izleseler günahlarının batışını.
geceleri yağmurlar yağdırsam bu şehre,
camlarına vurup masallar anlatsalar bana.
herbiri mutlu sonlu olsa.

uyusam, uyusam, uyusam...

gözümü bi açsam,
Kaybolsan...

8 Haziran 2010 Salı

sonbahar


ve yaz tatili... cehennemim yani. alıştığım hayatta kaçmak gibi birşey. bir bakımada güzel hani, kendi başına kalmak, kimse yok. sadece sen ve keyfin. kalemlerin kağıtların. çizebileceğin türlü türlü desenler, çiçekler ağaçlar, insanlar. benim gibi yalnızlığı seven biri için mühemmel birşey. ama zor gelior şimdi yeniden başlamak herşeye. yaz demek yeni bir düzen demek benim için. başka bir şehirde uyanmak. başka bir saatte, başka insanları görmek. yeni yüzler, yeni insanlar. hepsinin yüzünü hatırlayabilme çabası... sıkıcı insanlar, hayatı tınlamayanlar, en ufak şeyi abartanlar, yaz aşkı peşinde koşanlar, o bunu yapmış, bu bunu demiş insanları... cehennem sıcakları...
işte bu yüzden en sevdiğim mevsim sonbahardır benim. yağmurun ve soğuğun en güzel zamanları. tanıdığın insanlarla, hergün aynı yerde ve aynı saaatte görüşmek. kimine sıkıcı gelebilir ama inanın nedensiz bi şekilde hergün gördüğüm insanlar bana keyif veriyor. her sabah, sabahın köründe duraga çıkıp köşede bekleyen amcayı görmek, eğer amca orda değilse otobüsü kaçırdığını bilmek büyük bir keyif aslında. alışkanlıklar bir hastalıktır belki kendi çapında. ama bu sıradan hayatın ortasında durup nefes almak, nerden nereye geldim, neydim ne oldum demekte lazım. işte bunu yapıyorum. sıradan hayatın içinde, arada bir kafamı kaldırıp tepeden bakıyorum insanlara. ukalalık amacıyla değil. kim nerede ve ne yapmış diye. hatalı olanlara yardım ediyorum. takılıp düşenleri kaldırıyorum. yakınındakileri kaybetmiş insanları birbirine kavuşturuyorum. tüm bu koşuşturmaca arasında bana ne oluyor, inanın bende bilmiyorum. aslında unuttuğum hareketli bir yaşam değil. unuttuğum benim. kendimi unuttum. ne istediğimi ve ne yapmam gerektiğini. insanlara yardım etme, yapma demeyin. nedenini bende bilmiyorum ama, yapıyorum işte anladınız mı? sadece yapıyorum...
ben böyle mutluyum. sonbahar geldiğinde, yağmurun altında, düşen yaprakları ayaklarımla çiğnerken, kafamda aşka, strese, problemlere dayalı tek bir sorun olmasın istiyorum. sadece düşen yağmur damlalarının ve yaprakların tadını çıkartmak istiyorum. hafif bi rüzgar essin, saçlarım yüzümden çekilsin. yüzüm, üstüm başım sırılsıklam olsun yağmurdan, ama mutlu olayım istiyorum... sessiz, sakin, ama mutlu...

4 Haziran 2010 Cuma

imkansız


hiç kimse mükemmel değildir. kusursuzu aramak, bir insan için imkansıza yakın birşeydir. dikkatinizi çekerim, imkansız değil, imkansıza yakın dedim. çünkü inanıyorum ki imkansız diye birşey yoktur. insanlar korktukları için kaçarlar olaylardan. tekrar ediyorum, imkansız yoktur, sadece insanların kendilerine göre korkuları vardır o kadar.
korkaklardan korkarım ben. çünkü korkan insanlar, inandıkları, güvendikleri şeyler uğruna bile hiç çekinmeden fedakarlık yapamazlar. oysa fedakarlık, korkaklığı yenmenin en güzel yoludur. 'imkansız' olarak tabir ediler şeye ulaşmak için bazı şeylerden fedakarlık etmek gerektiğine inanıyorum. kendime göre haklıyım. başkalarını bilemem.
fedakarlıktan kastım kendinden ödün vermek değil, yanlış anlamayın. elbette herkes değişir. ama imkansız için kendini kaybetmekte saçma. yani ne abartmalı, ne de eksik bırakmalı. ne yazıkki çoğu insan bu ikisi arasındaki ince çizgiyi bulamıyor. işte bu yüzden ortada 'imkansız' denilen bir olay var.
sen ayırabiliyormusun da böyle konuşuyorsun diyorsanız söyliyim. hata yaptıkca, öğrendikce, insanları anlamaya çalışıp, bunu başarınca, hem aradaki çizgiyi görebiliyor hemde dengede durabiliyorsunuz. imkansız demenin nedeninide bulabiliyorsunuz. sorunun köküne inince, birde bakıyorsunuz ki aslında ortada imkansız denilen birşey yok. sadece, engeller var. engelleri kaldırmakta sizin elinizde.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

isimsiz.



bu ağlayarak yazdığım 2. yazım. gözlerimden yaş akmıyor olabilir. ama ağlıyorum. kendi halime mi, hayatıma mı bende bilmiyorum. içten içe gözyaşları döküyorum. kocaman bir deniz var içimde. ne zaman hayattan sıkılsam kenarına gidip günümün batışını seyrediyorum...
bu günlerde geçmişi çok anar oldum.genelde pek takılmam geçmişe. ama şu sıralar ne zaman durup düşünsem; a bu böyle yapmıştı, buna böyle oldu, bunu böyle yaptım, neden yaptım, keşke yapmasaydım... diyorum. korkuyorum. çünkü gün geçtikçe artıyor keşkelerim. yapmak zorunda hissettiğim şeylerin gün geçince aslında hata olduğunu anlamak kırıyor beni. belkide bu yüzden bir değişiğim bu günlerde... bilemiyorum.
hiç bir şeyden emin olamıyorum. attığım her adım, yaptığım herşey hata gibi. sabrımı ve gücümü kaybettim sanki. korkuyorum. ya peter pan'ım ölürse.? ben ben olmam ki o zaman. yaşamın bir anlamı kalmaz. gülmeden, eğlenmeden...

korkumun sebebi zaten elimde kalmış olan bikaç şeyi yitirmek. kıyıda köşede kalmış olan birkaç kırıntıyla yaşamaya çalışıyorum, kendi çapımda değer verdiğim duyguları. insanları kırmamak için çabaladıkça, elimdekileride kaybediyorum sanki. geçmişi anmamın sebebide bu sanırım. bazı şeyleri özlüyorum. eskiden insanların değer verdiği, şimdi ezip geçtiği, hatta dönüp arkalarına 'naptım ben' demedikleri şeyleri.

herkesin kendine göre nedenleri var. kimseyi suçlamıyorum bunun için. herkesten farklı olmaya çalışarak hatalı olan benim aslında. eskiden asla yapmam dediğim şeyleri yapar oldum bu sıralar. daha sessiz ve daha sakin. geçmiş geçmişte kaldı diyemiyorum mesela. keşke diyorum. dememem gereken yerde ve dememem gereken zamanda.

bu akşam yine sakin gökyüzüm. birçok yıldız kaydı. birçok imkansız dilek tuttum. denizim dalgalı, dalga sesleri sakin her zamanki gibi. su soğuk. insanlar geçiyor yanımdan ve geçmişi anıyorum onlarla. selam veriyorlar tek tek. nerdesiniz diyemiyorum. nedenini bilmiyorum. ufak bir gülümsemeyle cevap veriyorum. su soğuk. ufak bir titremeyle kendime geliyorum....

günaydın gün ışığı....

28 Mayıs 2010 Cuma

zaman


zamanla anlaşamıyorum. birbirine zıt 2 insan gibiyiz. benimle alıp veremediği birşeyler var. problemi çözemiyoruz. benden üstün değil kabul edemiyor. yada o benden üstün ama ben burnumun dikine gidiyorum. ama bi gün orta yolu bulup halledicez. inanıyorum. hiç olmazsa ümit ediyorum...

ben bekle dedikce sabırsız biri gibi itekleyip duruyor beni. ne acelen var diyorum, yetişmen gereken biryer mi var? cevap vermiyor. hızlıca geçiyor sadece. tutamıyorum akıp gidiyor ellerimin arasından.

hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan, sanki sonsuz bir hayattalarmış gibi davranan insanlara özeniyorum. o kadar rahatlar ki. birşeyleri yetiştirmeye, zamanın ardında koşmaya ve anlamsız sorular sorup kendilerini yormaya gerek bile duymuyorlar. anlamıyorum benim derdim ne. kendimle bi zorum mu var...

23 Mayıs 2010 Pazar

pozitif


küçücüktüm büyüdüm. içimde, hayata dair ne varsa, onlarda büyüdü benimle. düşlerim, hayallerim, sevgilerim... küçücük umutlarım vardı, kocaman şimdi herbiri... yapmak istediğim çok şey, ama çok az zamanım var... ulaşabildiğim kadar hayallerim. görebildiğim kadar uzağa gidiyorum ve gittiğim yerden daha ilerisini görebiliyorum... sevebildiğim kadar yüreğim. ben sevdikçe oda büyüyor. o büyüdükçe bende büyüyorum. insanlar tanıyorum, çeşit çeşit, kimisi mutlu, kimisi mutsuz. tanıdıkça büyüyor fikirlerim. insanlar tanıyorum, kimisi hatam, kimisi hayatın gerçeği, kimisi hayatın ta kendisi...

tanıdıkça biliyorum iyiyi kötüyü, bildikçe yaşıyorum ben, yaşıyorum sevdikçe ve sevildikçe..

insanlar, geldiler ve geçtiler hayatımdan. kimisi sonsuza dek benimle, kimisi belkide çoktan unuttu beni. bazıları var ki, sanki görünüp kayboluyorlar. bilmiyorlar ki unutmadım hiç birini. sevdiklerim, sevmediklerim, öylece bakıp geçtiğim herkes. onlar yaşamımın bir parçası. ben onlarla varım.
yalanlarım ve gerçeklerim, doğrularım ve yanlışlarım, kızıp bağırdığım, hatta yıllarca küs kaldığım herkes... düşlerim ve hayallerim onlar, onlarla büyüyorum. yarını olmayan dünyamda, bilmeselerde, herşeye rağmen dünü onlarla bırakmak büyük bir mutluluk benim için. acısı ve tatlısıyla. dünya... dünya dönüyor durmadan. zamanı tutamazsın. her saniye bir anı, yeni bir parça hayata dair.

küçücüktüm, büyüdüm... şimdi yeni bir hayatım var, belki geride bıraktığımdan çok farklı... ama, büyüdüm ben... acısı ve tatlısıyla, iyisi ve kötüsüyle, burdayım. herşeye ve herkese rağmen, yaşamak güzel....

22 Mayıs 2010 Cumartesi

kıyametim


son derece sesiz ve sakin günler geçiriyorum. her zamanki gibi. monoton. şikayetci değilim. sadeliği ve sıradanlığı severim. ama abartısıda böyle canını sıkıyormuş insanın. sanki geçmiyor zaman ve günler bitmek bilmiyor. kıyametim yaklaşıyor galiba. kendi içimde büyük bir fırtınayla getirmeyi düşünüyorum sonumu. nasıl olur acaba.? iç dünyamın yaratıcısı ben, kendi sonumu kendim yazıyorum... kim istemez ki...
hayal gücümün ve duygularımın sonunun geldiği yerde, işte orda başlıycak. sonra içten içe, simsiyah gelicek kıyametim. yavaş yavaş. ve ben orda biticem. orda duygusuz, sefil bir insan olucam. insan kendi sonunu kendi yazarmış ya. benimkilere başkaları neden oluyor... ona bile söz sahibi olamıycak kadar sessizim... ben buyum...
evet ben iç dünyamın yaratıcısıyım. herşeyi ben yapıyorum. gördüğüm, yaptığım, yaşadığım herşey benim seçimim ve hepsini ben yönetiyorum. aslında herkeste Tanrı'dan bir parça var. herkes kendi iç dünyasının yaratıcısı. bense sonumu biraz erken getiriyorum. tek farkım bu.
sorular, sorular, sorular... cevaplayamadıkça sona bir adım daha yaklaşıyorum ben. yanıtlar basit. ama o kadar çoklar ki. birini yanıtlayamadan bir diğeri geliyor. zaman yok, karamsarlığa mahal yok, herşey güzel olacak, her son bir başlangıçtır, pozitif düşün... pozitif.....
çok karamsarım. bu böyle olmaz. çizgilere can veren ben, daha iç dünyamı ayakta tutamıyorum. sorunum budur belkide... bilemiyorum. hala eksiğim, hala bişiyler kayıp, hala yanıtı bulamadım.
ama pozitif düşün.. pozitif....

lanet


ne diyeceğimi yada ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. hala aynı şekildeyim. lanetlenmiş düşlerim var gibi. ne zaman bişey düşlesem yada hayal etsem tersi oluyor. arkamı döndüğüm an, sanki bana karşı birileri herşeyi altüst ediyor ve kayboluyor. bana yine bıraktığı karmaşayı çözmek kalıyor. artık hiç bi şeyi takmamaya, daha doğrusu takmıyormuş gibi yapmaya başladım. ne olucaksa olsun. ben zaten alıştım dağınık bi hayatı toplamaya. geride kalanlar düşünsün. bana dokunmayan yılan bin yaşasın hesabı.

20 Mayıs 2010 Perşembe

eksiklik...

bilemiyorum. bu sıralar ne düşündüğümü veya hissettiğimi. sanki öylece yaşıyor gibiyim. sadece nefes alıp veriyorum. havadaki oksijeni tüketmekten başka bi işe yaramıyormuşum gibi. yanlış hissediyor olabilirim belki. o zamanda bana böyle hissettiren nedeni aramak zorunda kalıyorum. nereye dönsem bi soru. artık çok sıkıldım.
öyle laf olsun, insanlar, '' aa ne kadar cool bi kız'' desin diye hayatın anlamını arayan biri değilim. aksine, kendime sorduğum sorular o kadar kolay ve basit ki, cevaplayamadığım için kendime şaşıyorum. abartmıyorum, bu güne kadar çoğu insanın amaann salla dediği olayları inat ederek aşmış ve sindirmiş biriyim. bazen kendime acıyorum bunun için. mutlu olmasına mutluyum ama cevaplayamıyorum, bi yanıt bulamıyorum ya, işte bu beni deli ediyor.
hayatıma anlam katan ve değer verdiğim herkes, herşey yanımda şükürler olsun ki. ama hala eksik birşeyler var sanki. tamamlayamıyorum. ne olduğunuda bilmiyorum. sanki yarım biri gibiyim. bütün alamıyorum. çoğu insandan şanslıyım. ailem, arkadaşlarım. ama ne bu eksiklik. neden eksik bilmiyorum.

18 Mayıs 2010 Salı

takıntı

anlamayan yada anlamazdan gelen bakışlar altında yaşamak. tüm sorun bu işte. upuzun cümleler kurarsın. sorular sorarsın. karşılığında aldığın o anlamsız bakış sinirlerini altüst eder. işte böyle bi zamanda yaşadığın sinir patlaması, kırıldım sana, ne dedim ki ben şimdi, vb. bi cümleye karşılık gelir. sorun bu ya, birşey demediğin için oldu. saçma sapanda olsa bana bi cevap ver. açıklama yapayım. ama saçma sapan bi bakışla cevap verme, özenle kurduğum o uzuun cümleme.
neden yazdım bilmiyorum. ama ciddi bir şekilde, insanların beni '' anlamamazlıktan gelme '' gibi bi takıntıları var şu sıralar. üstesinden gelemiyorum. çünkü çoğu insan gibi sabırsızım. böyle değildim eskiden. zaman geçti, hayallerim ve yapmak istediklerim arttıkca, zamanım daraldı. şu an yapılması gereken bişey varsa şu an yapılmalı artık. bilmem anlatabildim mi?

17 Mayıs 2010 Pazartesi

ön yargılar

yalnızlığı umursamıyorum. belki sevdiğimden, belkide alışık olduğumdan. garipsiyorlar. neden? bir insan yalnız kalamaz mı? illaki sevdiğim biri olmak zorunda mı, yada beni seven birisi? hayır...

hem yalnızda sayılmam. dostlarım var, arkadaşlarım var... kendimi kandırıyor olabilirim de. ama bazı şeylere karşı inancını yitirmiş biri olarak gayette mutluyum. başkalarının mutluluklarıyla gülümseyebiliyorum hiç olmazsa... belki bir gün diyorum... ama bağırarak değil. sessizce, içimden...

hatam başından sonunu düşünmek belkide. her olaya, nasıl olsa sonunda bu olacak, diyerek yaklaşıyorum. hatta bazen yaklaşmıyorum bile...

herkes sözler verir sona dair. ama tutabilen çok azdır. hatta benim açımdan bakarsak, hiç yoktur.. insanların ön yargılarını kıramadığım için, dışarıdan bakan herkes, nasıl olsa kırılmaz, diyor. ama kırılabiliyorum bende herkes gibi. sonunda hep kendime dönüyorum. ve her kırgınlığımdan sonra peter panım geliyor yanıma. gülüyorum, güldürüyorum... garipsiyorlar diye üzülemiyorum bile artık. oysa, bende ağlayablirim. bende hüzünlenebilirim bir şarkıda. kıramıyorum ön yargıları. yalnız değilim ben. sadece ön yargılarım var, o kadar.

şimdi yine, peter panın penceremdeki görüntüsünü bekliyorum. dışarı çıksın ve beni güldürsün diye. bu sefer geç kaldı... sanırım o da verdiği sözü unuttu....

16 Mayıs 2010 Pazar

Peter Pan

hiç bir zaman o kadarda büyük tepkiler vermedim yaşadıklarıma. belkide en büyük hatam buydu. biraz tepki verseydim, yada birşey söyleseydim, onlar giderken dur deseydim, böyle olmazdı. bide zamanı tutamadım ben. herşeye ilaç diyorlar ya hani, akreple yelkovanın kovalamacası arasında geçen bu ömürde, hiç bi acımı dindirmedi nedense... bekle biraz dedi hep içimdeki çocuk. hep onun dinledim, ben bu yüzden hiç büyüyemedim. arkadaşlarım olgun ol Su, olgun ol Su diyorlar hep. olamıyordum. sesiz bir çocuktum hep. sakin sessiz. onca olaya, kargaşaya susup kalırdım hep. biraz sesim çıksa hemen değiştin sen derlerdi. değişmedim. buyum ben. kabul etmeselerde büyüyorum evet. her geçen gün biraz daha büyüyorum. biraz daha yükseliyor sesim. ben büyüsemde içimdeki çocuğu öldürmüyorum. farkım budur belkide, garip gelen budur insanlara. içimde bir peter pan var benim. bir çatlak bulsa hemen fırlar benliğimden. neşe saçar etrafına. değiştin sen derler insanlar. değişmedim. ben öldürmedim peter panımı. hala orda o, işte fark bu..

yalan

bir değişik bu insanlar. anlayamıyorum. nedensiz yere gidip, dönmeyenler oluyor. birde nedensiz yere gidip, sonra hiç birşey olmamış gibi devam etmek üzere gelenler. kimisini kabul ederler, kimisi kabul edemez. edemeyenlerden bazıları dökemez gözyaşlarını. acısını başka şekilde ifade eder. birşeyler eksiltir, birşeyler değiştirir, oyun oynar kendisiyle. ben değilim bu demez sonunda. diyemez. söylenecek her şey bitmiştir onun gidişiyle. son değil bu başlangıçtır onun için. her giden birşey götürmez aslında, birşey katar. bazen yarıda kalır, ama birşey kalır elbet. gidenin ardından bakakalırsın, öylece... gitmek istersin onun gittiği yoldan, geri geri götürür seni ayakların. çünkü bu sefer acının kokusunu alırsın. değişirsin, değiştirirsin... ardından bir açıklama beklersin... beklersin, beklersin... sonra devam edersin... değişirsin, değiştirirsin, oyun oynarsın... oyun bozanlık yapamazsın çünkü ta kendisisindir bu oyunun. bir süre sonra sıkılır o bu oyunu oynamaktan. bu yüzden gider ya... başka bi oyun arar kendine, başka bir oyuncak. anlamaz, o gidince başka biri olacak. her giden ardında birşeyler bırakacak. yalan, birşey götürmez gidenler, hep birşey katar.