31 Mayıs 2011 Salı

Son Yazı

Sevgili blog severler, evet bu benim bu blogda yazdığım son yazım. daha önce de dediğim gibi, artık bir kitap sahibiyim ve söylemek istediğim her şeyi orada yazdım, kimse okuyamayacak olsa da yine de ben içimi dökmüş olayım.

bundan sonra yazmayacağım demiyorum okurlar. aksine yazmak sonsuza dek hayatımda olacak bir eylem benim. sadece artık bu yazılar size internet yoluyla ulaşmayacak hepsi bu. hayatımı düzene sokmaya çalıştığımı biliyorsunuz okurlar, bunu yapmaya çalışıyorum çünkü bu dağınık yaşamın içinde toplu olarak yaşaması gerek birinin. düzenli bir ilişki, düzenli dersler, düzenli bir hayata ihtiyacım var. ve ben aşık oldum, Tanrım dilediğim fırsatı çıkarttı karşıma..

duygularının kontrolünü sağlayabilen biriyim. ne zaman kimi seveceğimi veya unutacağıma kendim karar verebiliyorum. belki bu bi yetenek değildir ama güzel bişey. ama şu an kendimi bırakmış durumdayım. mükemmel bir ilişkim var ve bunun bozulmamasını istiyorum. (maşallaaah.)

çocuk ruhlu bi insana göre fazla ciddi bi hayatım var. bunun farkındayım. çoğu kez içimdeki çocuğun katili olmaya çalışsam da yapamadım işte. hala koşup duruyor içimde kahkahalar atarak ve arada hala dalga geçiyor benimle. sanki kendisi çok iyi de. :D bi de utanmadan hadi gel seninle bi oyun oynayalım diyor arada. eğleniyoruz. sonra insanlar deli mi bu kız diye bakıyorlar sokakta. hepsi onun suçu aslında ben bir şey yapmıyorum.. gerçekten...

şimdi içim rahat çünkü şu an yanımda olan ve olmayada devam edecek insanda benim gibi biri. içten içe, aynı iki yeşil susamurundaki gibi ancak sevgiyle başaçıkılır seninle diyor. tek fark, o mavi bir susamuru bense yeşil..

veda yazımı kısa tutmak istiyorum okurum. bu vedanın Berk'mle veya başka biriyle bi alakası yok yanlış anlamayın. artık internet yoluyla yazmak istemiyorum sadece. her şekilde sorularınızı yanıtlamam için bana ulaşabileceğiniz adreslerimi biliyorsunuz, takipcilerim.

yazmaktan, okumaktan ve düş kurmaktan asla vaz geçmeyin. ben hala dünyanın her yerinde, her köşe başında ve parisin sokaklarında geziyor olacağım.

NOT: bloğu açık bırakıyorum. olur da eski yazılarımı okumak isterseniz diye.

sevgiler, La Mome Bensu ARKOÇ (MaviBukle)

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Sokak Lambası Kitabımdan.

Yazarın Notu Bölümü (Son):


''Bu yazıyı kitabın yazarı olarak değil, amatör bir blog yazarı olarak yazıyorum.


Çoğu insanın tersine aslında hayatın yaşamaya değer olduğunu düşünüyorsanız, siz geçmişinizle ve anılarınızla barışık yaşayan bir insansınız demektir. Şahsen ben böyle biri olmak için çok uğraştım. Aslına bakarsanız ben böyle ciddi yazılar yazmayıda başaramam hiç, yazarım ama baya karamsar olur. Kendimle konuşurmuş gibi yazarım genelde. Her neyse. Tüm bunları yapmış olsamda, yani anılarımla ve geçmişimle barışmış mutlu bir insan gibi görünsemde hala hayatımdan izlerini silemediğim bir sürü insan var benim. Geçmişimi karartan ve bu gün acı çekmeme neden olan insanlar. Gerçi bu insanların ve bana bıraktıkları anıların ne zaman nerede ortaya çıkacaklarını bilsem sorun yok ama, yoklukları öyle bir patlamış ki içimde, etrafa dağılan parçalan ufak, kanlı ve acı vericiler. İşin kötüsü, her yerdeler. Artık onları yok etmek için uğraşmıyorum. Bir köşede hayatımla beraber çürüyüp gitmelerini izliyorum. Üzerlerindeki kan hala şaşırtıcı derecede diri, kırmızı...


Ben bir faniyim. Yani ölümsüzlüğün ne olduğunu asla bilemeyeceğim. Ama anılarım evrenin bir köşesinde, zaman kapsülümsü bir yerlerde pis kan kokularını insanlara duyurmaya ve hisssettirmeye devam edecekler. Evet, bu anılar bana ait ama onlardan midesi bulanan, onlara baktıkca acı çeken bir ben değilim eminim. Gözleri dolacak herhangi bir yerde karşılarına çıktığında ufak, kanlı, pis kokulu anılarım ve veda etmekten korkacak insanlar.


Zaman geçtikçe vedalar vedaları getirecek ama, bu sondan kaçamayacaklar ne yazık ki. Tıpkı Sokak Lambası'ndaki gibi, anlıyor musunuz? Beni bir tek şarkılar anladı bu zamana kadar. Ben sustum çünkü hep onlar çalarken. Bazen eşlik ettim, yani ayni şeyleri tekrar ettik bağıra bağıra, hep başa sararak. Bu yüzden diyorum, bu dünyada beni anlayan bir şarkılar vardı. Birde parlak ışığıyla sokak lambası. Sönmeden önce.


Ben bu yazıyı çoğu zaman, gördüğünüz gibi, melankolik ve sıkıcı bir amatör blog yazarı olarak yazıyorum. Aslında benim içimde hala bir çocuk çıplak ayaklarıyla taş sokaklarda renkli bir topun peşinden koşuyor, cebinde bozuk para şıngırtısıyla dar sokaklardan geçiyor. Nereye gittiğini o da bilmiyor kanımca. Oysa bu kitap, ruhunu ve içindeki çocuğu bilmeden kendiyle beraber yok etmiş bir kızın eseri. Ben onun ardında kalanım sadece. Ben onun hayata tutunan kısmıyım.


Ölümü acı oldu, ölmeseydi daha çok acı çekecekti aslında. Hastalıklı ve takıntılı düşünceleriyle beraber anılarımda gömülü şimdi. Emin ellerde. 


Peki ben kim miyim? Sadece amatör bir yazar parçası, Tanrı'nın bir yarısı ve hayalleriyle oynayan minik bir kız çocuğuyum. 


Ben, La Môme... Ölünün ardında kalan ruh...


Ben minik bir kız çocuğuyum aslımda. Ayaklarım çıplak, taş sokaklarda koşuyorum tüm gün rüyamda. Renkli bir topun peşindeyim. Dar sokaklarda, cebimde bozuk para şıngırtıları. Miskin bir aşk geçiyor yanıbaşımdan, rüzgarıyla ürperiyorum... ''

16 Mayıs 2011 Pazartesi

itiraf

-merhaba

-son zamanlarda salak saçma şeyler yazdığımın farkındayım sevgili blog severler. kitap bittikten sonra bende yazma hevesi kalmadı açıkcası. içimde ne var ne yok kitaba döktüm çünkü. bastırmayacak olsamda, ben döktüm ya içimi, rahatım şu an. bugün itiraf günü yapayım diyorum. nasolsa biz bizeyiz, di mi ama?

-evet sevgili okurlar, siyaseti sevmem bilirsiniz, yani tahmin ettiğiniz gibi ben bir anarşistim. insanların bazıları bu kelimeyi sanki devlete karşı suç işlemiş bir insanın sıfatı olarak algılıyorlar. hayır, anarşistler vatan haini değildir. sadece her türlü yönetim, üstün güç vb. şeye karşıyız o kadar. ha adam gibi bir siyasetçi gelir, o zaman bir şey diyemem. ki siyasette Atatürk'ten sonra bitti kanımca.

-gelelim din konusuna. ben Tanrı'yı içimde yaşıyorum. bence herkes içinde Tanrı'dan bir parça taşıyor. hatta bir erkek Tanrı'nın gücünü, bir kadın onun yaratıcılığını sembolize ediyor ve aslında bir elmanın iki yarısı olan bizler bir araya geldiğimizde Tanrı kavramını yoğun bir şekilde hissediyoruz. Aşk olarak adlandırdığımız duygu da bu işte. mesela benim Tanrım, ölümüne kendin karar verme konusunda daha serbest. Benim Tanrım bana özgür irade vermiş, özgür irademi de vicdanıma teslim etmiş. Ölüm çocuk oyunu değil diyenleri duyar gibiyim? e bende çocuk değilim zaten...

-maç futbol vb. şeylere gelelim. beni tanıdığını sanan herkes futbolu hiç sevmediğimi sanar. oysa ben koyu bir bayern münchen taraftarıyım. hatta orta okula giderken mahalledekilerle saatlerce maç yapmışlığım var.

-dersleer... sevgili blog severler, çalışmayı çok seveme rağmen ben aslında keyfim ve kahyasından hiç ayrılmayan bir insanım. çalışsam yaparım aslında. ama ortaokuldan beri matematikle aram hiç iyi olmadı. biz hiç sevemedik birbirimizi. ama sözel olma isteğimle bunun hiç bir alakası yok. ben sadece mutlu olacağım bir iş yapmak istiyorum ve her ne kadar olgun bir insan olsamda ileride uluslararası ilişkilerin yükünü kaldırabilecek gücü görmüyorum kendimde. şu an grafikerlik okuduğum için ve sözele yatkın bir insan olduğum için Radyo Televizyon ve Sinema okumaya karar verdim. beni de bu kararımdan kimse vaz geçiremez.

-dahası var, ben aslında bu güne kadar kimseye aşık olmadım. aslına bakarsanız ben duygudan yoksun bir insanım. ama olmak için zorladım kendimi emin olabilirsiniz. yazdığım şiirlere gelirsek, onlar sadece birbirine çok uyan sözcükleri bir araya getirip, doğru yerde ve zamanda kullanmakla ortaya çıkmış metin parçaları. dizelerin arasında hiç bir duygu kıpırtısı yok, dikkat ederseniz. edebilirseniz.

-amatör bir blog yazarı ve kitap yazarı olarak sözleyebilirim ki, yazarakta olsa geçmişle yüzleşmek gerçekten zor. ama unutmayın, bu hayatta sizi siz yapan ve gelecekte kim olacağınıza karar veren tek şey geçmişiniz. ona sahip çıkın ve gerektiğinde onu affetmesini bilin. çünkü ne yaparsanız yapın ve ne kadar kibirli olursanız olun, kabul edin, siz ona muhtaçsınız...

-kendine iyi bak okur, bu hafta da benden yazı bekleme, çarşamba günü gene kaçacağım bir yerlere.

-sevgiler..

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Karar

-merhaba.


-şu sıralar önemli kararlar arifesindeyim sevgili okurlar. mesela okumak istediğim bölümün ne olduğuna karar verdim. Radyo televizyon ve sinema okuyacağım. istanbula yerleşeceğim, falan falan. onun dışında bir de kitabımı yayınlatmamaya karar verdim. öyle bi karar işte. bi nedeni yok. okumak isteyen okurlar mail yoluyla ulaşanilirler bana.


-bi şey yazacağımdan değil aldığım bu kararları sizinle paylaşmak için yazdım bu gün. 


-düşüncelerinize sahip çıkmanız ve ne hissettiğinizden emin olmanız dileğiyle. kendinize iyi bakın.


-sevgiler.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Öğrenci halleri

-merhaba

-bu gün şöyle adam akıllı bir yazı yazayım istedim okur. aslına bakarsanız bu gün saçma bilgisayar dersinde Ceyda diye bir arkadaşımın otobüsteki sorunlarla ilgili yazdığı bir yazıdan etkilendim. müthiş olmuş gerçekten. özellikle bir cümle vardı, çok çok beğendiğim; Stres atmak için otobüsün belirli yerlerine kaktırılmış öğrenci görünümlü kum torbaları.
gerçekten, zaten yorgun argın binmişiz, 9 dersten çıkmışşız, başımızda bir öğretmen var ki sorma gitsin, senin sadece keyfin yani. anlamıyorum, bütün gün gez gez, sonra evladım ben yaşlıyım yorgunum. tamam adam akıllı söyle anlıyım o kadar vicdanımız var yer veririz. çantanı salaktan çarpmaya itmeye kakmaya söylenmeye ne gerek var. ben yorgun olmasam veririm zaten yer. hadi bak otururken bunlar oluyor. ya ayakta? daha beter. ''yavrum çantanı çek, dosyayı kenara koy, az daha ilerle, yürüyelim gençler, sağlı sollu...' öğrencilere özel otobüs istiyoruz. zaten kentkart durumu malum 2 kat zamlandı. paramızla rezil oluyoruz resmen. madem öyle, yap öğrenciye özel otobüs susalım. yok illa alacak herkesi illa biz işkence göreceğiz. bazen düşünüyorum da, ne iyi kalpli şu şöförler aslında, durakta kimseyi bırakmıyorlar otobüsü alabildiğine dolduruyorlar (!) canlarım benimm...

-benim zavallı öğrenci arkadaşım ne yapsın? ayakta dursa suuuç, durmasa suç. uçarak gidip gelicez okula. bütün gün ayakta durabiliyorsak, öğretmenlerle uğraşabiliyorsak, her birinin isteklerini ödevlerini yerine getirebiliyorsak, farklı farklı onlarca konuyu akılımızda tutabiliyorsak okuldan eve evden okula uçabiliriz ne var ki bunda. genciz biz nasıl olsaa..(!)

-normal lise neyse, meslek lisesiyseniz yandınız. kendimden biliyorum. öğretmenlerin istekleri hiç bitmiyor. biz şu an bir gazete çıkarıyoruz malum grafik 3. sınıf. kişisel gazete kendi haberini kendin yapacaksın. nerdee. gel de anlat hocam benim dershanem var. onane de mi. kadın kendi egosunu tatmin peşinde. ayrıca sen grafik öğrencisisin yapacaksın. haber bulamıyorum ki. dershaneye mi gidicem haber peşinde mi koşucam? ben bu mesleği yapmıcam dersen git o zaman başka bölüme diyorlar. e o zaman anadolu düşüyor düz meslek daha fena puan açısından. benim ingilizcemde bi yere kadar yani konuşmasına konuşuyorum ama anadolu değilsen adam yerine koymuyorlar. hoş zaten anadolu meslek olsanda adam değilsin de (!) neyse.

-içimi döktüm, rahatladım okur. oku oku gül memleketimin haline. burdan Ceyda Etike arkadaşımada çok teşekkkür ediyorum bu yazıyı yazabilmeyi aklıma getirdiği için.

-sevgiler.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

her neyse

Kendimizi kandırmak ne kadar basit değil mi okur? mesela ben, kendimi çok rahat kandırabiliyorum. belkide duygularımı bu şekilde kontrol edebiliyorumdur.. kim bilir. içimdeki hisleri bastırmak kolay gibi ama bazen bir boşluk bulup çıktıklarında canımı çok yakıyorlar. yarın ölecekmişim gibi hissediyorum. Parise kavuşamadan. gerçekten, aşkın ne olduğunu bilmeden ölmekten korkuyorum. aslına bakarsanız, hiç bir zaman yaşadığım hayattan şikayetci olmadım. aksine hep mutlu, pozitif yaklaştım insanlara. demek ki yetmiyormuş. sevmek, sevilmek için. işin ucunu kaçırmakta var. seviyorsan seviyorsundur. azı çoku yok benim gözümde. aşksa tamamen başka bir dünya. şu an hayatımdaki tek aşk Paris benim. başka olabilirdi ama olmadı. yada ben yine kendimi kandırdım.
Redd diye bir gurup var, gerçekten çok iyiler. Her Neyse diye bir şarkıları var. otur ağla o derce. ki oturdum ağladım. benim gibi biri, duygusuz ağlamayan biri oturup bir şarkıya ağladı.


Biraz gevşetebilsem göğüs kafesimi
Dokunup durdurabilsem attığın yeri
Boşalttığın yere ne koyduysam dolmuyor
Dakika başı bir of içimden hiç kesik olmuyor

Her neyse işte özledim seni o kadar

Boş düşünce balonu başımın üstünde
Bir şey yazmaz oldu senden sonra içinde
Boşalttığın yere ne koyduysam dolmuyor
Koşmak istesem de sana hayat beni geri çekiyor

Her neyse işte özledim seni o kadar

Bir şiir olmadım kafiyene uyamadım
Sen kaçtın ben kelime bulup seni tutamadım
Boşalttığın yere ne koyduysam dolmuyor
Dakika başı bir of içimden hiç kesik olmuyor

Her neyse işte özledim seni
Her neyse işte böylesi hayat nereye kadar

3 Mayıs 2011 Salı

anla beni okur.

- ne çare.. ben hiçbir zaman istedikleri gibi olamayacağım. hayatımda biri olmak zorunda değil diyorum kendime ve başarıyorum bunu. uzun süredir kimse yok ve ben bundan rahatsız değilim. hayatıma alacağım insan -o kişi her kimse ve neredeyse- gelmek için acele etme olur mu? bekle. bir kez daha biri yüzünden hayallerime gem vurmak istemiyorum çünkü onları yeni baştan kurmak çok zor. pat diye giren ve bi o kadar hışımla çıkıp gidebilenlerden de olma mumkünse. pat diye gel ve hiç çıkma. tabi ben bundan sonra gelip gelebilecek insanlara karşı daha hoşgörülü olabilirsem. kendimden uzak tutmazsam. ve en önemliside zaten 1-2 seneye kadar gidiyorum, ne gerek var ki arkamda birini bırakmaya. tamam üniversitede oldu diyelim, e ben üniversiteden sonra da gidiyorum, yurtdışına. biteceğini bile bile bir ilişkiye başlamak saçmalık değil mi? afedersiniz ama ben elin adamı yüzünden, hayatıma sonradan gelen biri yüzünden en zor anımda bile yanımda olan hayallerimi kıramam yani. haksız mıyım? haklıyım. durup düşününce mantıklı yani.