19 Kasım 2010 Cuma

hayal 2



Ağaçlı, uzun yol boyunca yürüyorum. Üzerimde geçen kış aldığım kalın, ama zarif montum var. Hep tercih ettiğim gibi, siyah rengi. Ellerimi ceketimin cebinden istemeyerek çıkartıp şapkamı düzeltiyorum. Annem yine mükemmel bir iş çıkartmış... Gülümsüyorum. Karın çamurda kalmış kısmından biraz çamur bulaşıyor çizmeme. Biraz sinirleniyorum kendime, ne kadar dikkatsizim.

Sonra yürümeye devam ediyorum. Tatili fırsat bilen çocuklar kar savaşı yapıyorlar geniş parkta. Kimisi ağaçların arkasına saklanıyor. O kadar mutlular ki. İçlerinden birisi, onları izlediğimi görmüş olacak ki, iri mavi gözlerini bana dikmiş bir şekilde sırıtıyor. Komik, o kadar tatlı ki, ister istemez ufak bir kahkaha atıyorum. Hemen ordaki tahta banklardan birine oturup keyifle onları izlemeye devam ediyorum. Küçük kardeşini kocaman, soğuk kar toplarından korumaya çalışan bir kız çocuğunu görüyorum aralarında. Küçük kardeş sinirli, muhtemelen ablasının onu korumaya çalıştığının farkında değil... Birden ablam geliyor aklıma, ne çok özlemişim onu... İzmir'i, denizi, kordonu.. Ailemi...

Ayağa kalkıyorum. Hava soğuk, neyse ki yarılamışım yolu. köşedeki gazeteciden gazete alıyorum. Ne kadar garip, 3 yıl öncesine kadar 1 gram fransızcam yoktu oysaki... Yürümeye devam ediyorum. Yolun sonuna geldiğimde, caddenin üzerindeki kafelerden birine giriyorum. Her zamanki yerime, büyük camekanın önüne oturuyorum. Kahvem her zamanki gibi, sade, şekerli. Güler yüzlü garson, mükemmel kokulu kahvemi kocaman gülümsemesiyle beraber getiriyor yine. Derin bir nefes alarak teşekkür ediyorum. Başını hafifce öne eğerek, nazikce cevap veriyor bana. Dışarıya bakıyorum, işte yine tam karşımda, meşgul, telaşlı insanlarıyla Paris... ve en büyük tutkum, Eiffel kulesi...

18 Kasım 2010 Perşembe

hayal 1




Geniş, kocaman beyaz bir odada gözlerimi açıyorum. Üzerimde beyaz üstüne pembe puanlı kalın pijamalarım var. Ağır ağır kalkıyorum kocamaan yatağımdan. Gözlerimi hafifce aralıyorum. Ayağa kalkıp yavaş yavaş mutfağa ilerliyorum. Çıplak ayaklarım mermerin soğuklğuyla irkiliyor. Kahve makinasını çalıştırıp banyoya ilerliyorum. Uzun koridorda sevgili şişko, tüğ yumağı kedim ayaklarıma sürtünerek günaydın diyor bana. Tedy'e olan özlemimi birkez daha hissediyorum. Onu sevip banyoya giriyorum. Saçım başım dağılmış, kıvırcık olmak zor tabi. 16 yaşından beri küt kullandığım, kıvırcık saçlarım yine bana baş kaldırmış. onları toplayıp yüzümü yıkıyorum. Ne kadar güzel bi pazar sabahı, diyorum kendime.

Salona giriyorum. Büyük geniş oda, hava kapalı olmasına rağmen daha bi aydınlık geliyor gözüme. Keyifim yerinde, arka fonda yıllardır çok severek dinlediğim Edith Piaf'ın müthiş parçaları çalıyor artık. Kahve makinası uzaktan kahvemin hazır olduğunu haber veriyor bana. Yine ağır ağır ilerliyorum mutfağa. Kocaman bardaktaki sıcak kahvemi alıp pencerenin önüne geliyorum. Çocukluğumdan beri hayran olduğum Eiffel Kulesi tüm ihtişamıyla selamlıyor beni. Gülümsüyorum, hayallerimi gerçekleştirmenin verdiği mutlulukla....

11 Kasım 2010 Perşembe

fark

- bir insanın yaşamak için ihtiyaç duyduğu şeyleri yapması, onları elde etmek için çalışması, ne zamandan beri gerip karşılanır oldu bilmiyorum. yada bir insan olduğundan farklı görünmek istemediğinde, kendi kişiliğini dış görünüşüne yansıttığında anormal mi görünüyor onu anlayamadım ben. her siyah giyen satanist, her sarışın aptal, her kız duygusal, her erkek sadakatsiz olmak zorunda değil. kendin olmalısın. herşeye rağmen. zamana karşı gelmek, insanların arasında göğsünü gere gere, ben buyum arkadaş, beni böyle kabul edin demekte ayrı bir keyiftir. tamam fikirlerine, görüşlerine katılmıyor olabilirsiniz ama yadırgamayın. sadece saygı duyun. çünkü inanın onlar gerçekten normal insanlar. dini inancı, dış görünüşü, dinlediği müzik, okuduğu kitap, siyasi görüşü, hatta ve hatta cinsel tercihi bile farklı olabilir. bu onu marslı yapmaz. müzik öğretmenim hep söyler; ''koyun kurt ile gezerdi, fikir başka başka olmasa.''

-bayram tatilinden sonra, uzuun bir süre sınav dönemi yaşayacağım. insanın hedefleri, şu an yaptığı şeylerden farklı olunca, çok zorlanıyormuş bunu anladım. dershaneyi ve okulu, aynı anda idare etmek çok zor. ama ben şimdilik dershaneye ağırlık veriyorum. işime yarayan o çünkü. okuldan eve geldiğimde, şöyle bir düşünüyorum bu gün işime yarayabilecek ne yaptım diye. çok çok üzgünüm ama kendimi bom boş bilgisiz bir insan gibi hissediyorum. ama geçicem bunu. yüksek hedefler koydum kendime. bunları başarmadanda içim rahat etmez. yarım bırakılan işlerden nefret ederim.

-geçenlerde otobüste bir olay yaşadım. bir adam, gereksiz yere kavga ettiği otobus şöförünün etkisinde kalarak, ordan başladı ve konuyu izmirdeki insanlara, davranışlarına falan getirdi. şöyle anlatıyım. beni çileden çıkartan sözlerde şunlar oldu zaten; ''ben kıbrısta askerlik yaptım, orda boynunda haçla gezen gavur bile bunlardan daha insan, koskoca başbakan 18 yaşından beri siyasetin içinde, yanılmaz o, gavur izmir dediydi. doğruymuş.''ve bunun gibi daha birçok cümle... o an içimden o adamın üstüne atlayıp ölümüne dövmek geldi. 10 Kasım Atatürk'e saygı yürüyüşünden dönüyordum. yorgunluktan ölmüşüm, bağırmaktan sesim kısılmış. ama sustum. onca insan, hepsi izmirli, ses çıkartmamaları zoruma gitti. beni yanlış anlamayın. daha öncede dediğim gibi, siyasi bir yönüm yok, tamamiyle sisteme karşıyım zaten, siyasetten nefret ederim. ha ama Atatürkçü müyüm? sonuna kadar. çok zoruma gitti. o adam orda bağıra bağıra hakaret etti izmire, izmirliye.

-bayram tatili ilaç gibi gelicek. 1 hafta yokum buralarda.

-sevgiyle kalın.

9 Kasım 2010 Salı

People keep talking that can say what that like. But all I know is everythings going to be alright.

8 Kasım 2010 Pazartesi

paramparça

Kazanmak mı? Kime ve neye karşı? Zamana mı? Hayata mı? Yoksa anlamsız doğrularıma mı? Ben hep yenildim ki onlara... Gereksiz, saçma bir aşkın arkasından yas tutarak hemde. Şimdi neye yarıyor? Geleceğim, mutluluğum hiç biri güvende, sağlam değil. Ne o aşk bir tam, bütün, nede ben. Paramparçayız... Ve şimdi susumak, bunca yıl sonra çektiğim bu acıyı kapatır mı? Yoksa ben, gitgide silikleşiyor muyum?


Kendime güvenimi kaybetmiş olabilir miyim? Belkide... Yada... Yadası yok işte, büsbütün soğudum hayattan.


Yaşayamam, ben var olmasam daha iyi... Ama bir ceset olarak toprakta yok olacağıma, ruhsuz bir beden olarak insanların gülücüklerinde, kötü anlarında bana ihtiyaçları varken yanlarında, fikirlerinde yok olucam. Yavaşca silikleştiğimde, işte o zaman, ölmüş, yıkılmış, bitmiş, kaybolan her ne varsa dünyada, o olucam. Ve öldüğümde Hürrem Sultan gibi, insanlar arkamdan, kim olduğumu, neden böyle yaptığımı bilmeden diyecekler ki; ne bir melekti, nede şeytan...