31 Mayıs 2011 Salı

Son Yazı

Sevgili blog severler, evet bu benim bu blogda yazdığım son yazım. daha önce de dediğim gibi, artık bir kitap sahibiyim ve söylemek istediğim her şeyi orada yazdım, kimse okuyamayacak olsa da yine de ben içimi dökmüş olayım.

bundan sonra yazmayacağım demiyorum okurlar. aksine yazmak sonsuza dek hayatımda olacak bir eylem benim. sadece artık bu yazılar size internet yoluyla ulaşmayacak hepsi bu. hayatımı düzene sokmaya çalıştığımı biliyorsunuz okurlar, bunu yapmaya çalışıyorum çünkü bu dağınık yaşamın içinde toplu olarak yaşaması gerek birinin. düzenli bir ilişki, düzenli dersler, düzenli bir hayata ihtiyacım var. ve ben aşık oldum, Tanrım dilediğim fırsatı çıkarttı karşıma..

duygularının kontrolünü sağlayabilen biriyim. ne zaman kimi seveceğimi veya unutacağıma kendim karar verebiliyorum. belki bu bi yetenek değildir ama güzel bişey. ama şu an kendimi bırakmış durumdayım. mükemmel bir ilişkim var ve bunun bozulmamasını istiyorum. (maşallaaah.)

çocuk ruhlu bi insana göre fazla ciddi bi hayatım var. bunun farkındayım. çoğu kez içimdeki çocuğun katili olmaya çalışsam da yapamadım işte. hala koşup duruyor içimde kahkahalar atarak ve arada hala dalga geçiyor benimle. sanki kendisi çok iyi de. :D bi de utanmadan hadi gel seninle bi oyun oynayalım diyor arada. eğleniyoruz. sonra insanlar deli mi bu kız diye bakıyorlar sokakta. hepsi onun suçu aslında ben bir şey yapmıyorum.. gerçekten...

şimdi içim rahat çünkü şu an yanımda olan ve olmayada devam edecek insanda benim gibi biri. içten içe, aynı iki yeşil susamurundaki gibi ancak sevgiyle başaçıkılır seninle diyor. tek fark, o mavi bir susamuru bense yeşil..

veda yazımı kısa tutmak istiyorum okurum. bu vedanın Berk'mle veya başka biriyle bi alakası yok yanlış anlamayın. artık internet yoluyla yazmak istemiyorum sadece. her şekilde sorularınızı yanıtlamam için bana ulaşabileceğiniz adreslerimi biliyorsunuz, takipcilerim.

yazmaktan, okumaktan ve düş kurmaktan asla vaz geçmeyin. ben hala dünyanın her yerinde, her köşe başında ve parisin sokaklarında geziyor olacağım.

NOT: bloğu açık bırakıyorum. olur da eski yazılarımı okumak isterseniz diye.

sevgiler, La Mome Bensu ARKOÇ (MaviBukle)

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Sokak Lambası Kitabımdan.

Yazarın Notu Bölümü (Son):


''Bu yazıyı kitabın yazarı olarak değil, amatör bir blog yazarı olarak yazıyorum.


Çoğu insanın tersine aslında hayatın yaşamaya değer olduğunu düşünüyorsanız, siz geçmişinizle ve anılarınızla barışık yaşayan bir insansınız demektir. Şahsen ben böyle biri olmak için çok uğraştım. Aslına bakarsanız ben böyle ciddi yazılar yazmayıda başaramam hiç, yazarım ama baya karamsar olur. Kendimle konuşurmuş gibi yazarım genelde. Her neyse. Tüm bunları yapmış olsamda, yani anılarımla ve geçmişimle barışmış mutlu bir insan gibi görünsemde hala hayatımdan izlerini silemediğim bir sürü insan var benim. Geçmişimi karartan ve bu gün acı çekmeme neden olan insanlar. Gerçi bu insanların ve bana bıraktıkları anıların ne zaman nerede ortaya çıkacaklarını bilsem sorun yok ama, yoklukları öyle bir patlamış ki içimde, etrafa dağılan parçalan ufak, kanlı ve acı vericiler. İşin kötüsü, her yerdeler. Artık onları yok etmek için uğraşmıyorum. Bir köşede hayatımla beraber çürüyüp gitmelerini izliyorum. Üzerlerindeki kan hala şaşırtıcı derecede diri, kırmızı...


Ben bir faniyim. Yani ölümsüzlüğün ne olduğunu asla bilemeyeceğim. Ama anılarım evrenin bir köşesinde, zaman kapsülümsü bir yerlerde pis kan kokularını insanlara duyurmaya ve hisssettirmeye devam edecekler. Evet, bu anılar bana ait ama onlardan midesi bulanan, onlara baktıkca acı çeken bir ben değilim eminim. Gözleri dolacak herhangi bir yerde karşılarına çıktığında ufak, kanlı, pis kokulu anılarım ve veda etmekten korkacak insanlar.


Zaman geçtikçe vedalar vedaları getirecek ama, bu sondan kaçamayacaklar ne yazık ki. Tıpkı Sokak Lambası'ndaki gibi, anlıyor musunuz? Beni bir tek şarkılar anladı bu zamana kadar. Ben sustum çünkü hep onlar çalarken. Bazen eşlik ettim, yani ayni şeyleri tekrar ettik bağıra bağıra, hep başa sararak. Bu yüzden diyorum, bu dünyada beni anlayan bir şarkılar vardı. Birde parlak ışığıyla sokak lambası. Sönmeden önce.


Ben bu yazıyı çoğu zaman, gördüğünüz gibi, melankolik ve sıkıcı bir amatör blog yazarı olarak yazıyorum. Aslında benim içimde hala bir çocuk çıplak ayaklarıyla taş sokaklarda renkli bir topun peşinden koşuyor, cebinde bozuk para şıngırtısıyla dar sokaklardan geçiyor. Nereye gittiğini o da bilmiyor kanımca. Oysa bu kitap, ruhunu ve içindeki çocuğu bilmeden kendiyle beraber yok etmiş bir kızın eseri. Ben onun ardında kalanım sadece. Ben onun hayata tutunan kısmıyım.


Ölümü acı oldu, ölmeseydi daha çok acı çekecekti aslında. Hastalıklı ve takıntılı düşünceleriyle beraber anılarımda gömülü şimdi. Emin ellerde. 


Peki ben kim miyim? Sadece amatör bir yazar parçası, Tanrı'nın bir yarısı ve hayalleriyle oynayan minik bir kız çocuğuyum. 


Ben, La Môme... Ölünün ardında kalan ruh...


Ben minik bir kız çocuğuyum aslımda. Ayaklarım çıplak, taş sokaklarda koşuyorum tüm gün rüyamda. Renkli bir topun peşindeyim. Dar sokaklarda, cebimde bozuk para şıngırtıları. Miskin bir aşk geçiyor yanıbaşımdan, rüzgarıyla ürperiyorum... ''

16 Mayıs 2011 Pazartesi

itiraf

-merhaba

-son zamanlarda salak saçma şeyler yazdığımın farkındayım sevgili blog severler. kitap bittikten sonra bende yazma hevesi kalmadı açıkcası. içimde ne var ne yok kitaba döktüm çünkü. bastırmayacak olsamda, ben döktüm ya içimi, rahatım şu an. bugün itiraf günü yapayım diyorum. nasolsa biz bizeyiz, di mi ama?

-evet sevgili okurlar, siyaseti sevmem bilirsiniz, yani tahmin ettiğiniz gibi ben bir anarşistim. insanların bazıları bu kelimeyi sanki devlete karşı suç işlemiş bir insanın sıfatı olarak algılıyorlar. hayır, anarşistler vatan haini değildir. sadece her türlü yönetim, üstün güç vb. şeye karşıyız o kadar. ha adam gibi bir siyasetçi gelir, o zaman bir şey diyemem. ki siyasette Atatürk'ten sonra bitti kanımca.

-gelelim din konusuna. ben Tanrı'yı içimde yaşıyorum. bence herkes içinde Tanrı'dan bir parça taşıyor. hatta bir erkek Tanrı'nın gücünü, bir kadın onun yaratıcılığını sembolize ediyor ve aslında bir elmanın iki yarısı olan bizler bir araya geldiğimizde Tanrı kavramını yoğun bir şekilde hissediyoruz. Aşk olarak adlandırdığımız duygu da bu işte. mesela benim Tanrım, ölümüne kendin karar verme konusunda daha serbest. Benim Tanrım bana özgür irade vermiş, özgür irademi de vicdanıma teslim etmiş. Ölüm çocuk oyunu değil diyenleri duyar gibiyim? e bende çocuk değilim zaten...

-maç futbol vb. şeylere gelelim. beni tanıdığını sanan herkes futbolu hiç sevmediğimi sanar. oysa ben koyu bir bayern münchen taraftarıyım. hatta orta okula giderken mahalledekilerle saatlerce maç yapmışlığım var.

-dersleer... sevgili blog severler, çalışmayı çok seveme rağmen ben aslında keyfim ve kahyasından hiç ayrılmayan bir insanım. çalışsam yaparım aslında. ama ortaokuldan beri matematikle aram hiç iyi olmadı. biz hiç sevemedik birbirimizi. ama sözel olma isteğimle bunun hiç bir alakası yok. ben sadece mutlu olacağım bir iş yapmak istiyorum ve her ne kadar olgun bir insan olsamda ileride uluslararası ilişkilerin yükünü kaldırabilecek gücü görmüyorum kendimde. şu an grafikerlik okuduğum için ve sözele yatkın bir insan olduğum için Radyo Televizyon ve Sinema okumaya karar verdim. beni de bu kararımdan kimse vaz geçiremez.

-dahası var, ben aslında bu güne kadar kimseye aşık olmadım. aslına bakarsanız ben duygudan yoksun bir insanım. ama olmak için zorladım kendimi emin olabilirsiniz. yazdığım şiirlere gelirsek, onlar sadece birbirine çok uyan sözcükleri bir araya getirip, doğru yerde ve zamanda kullanmakla ortaya çıkmış metin parçaları. dizelerin arasında hiç bir duygu kıpırtısı yok, dikkat ederseniz. edebilirseniz.

-amatör bir blog yazarı ve kitap yazarı olarak sözleyebilirim ki, yazarakta olsa geçmişle yüzleşmek gerçekten zor. ama unutmayın, bu hayatta sizi siz yapan ve gelecekte kim olacağınıza karar veren tek şey geçmişiniz. ona sahip çıkın ve gerektiğinde onu affetmesini bilin. çünkü ne yaparsanız yapın ve ne kadar kibirli olursanız olun, kabul edin, siz ona muhtaçsınız...

-kendine iyi bak okur, bu hafta da benden yazı bekleme, çarşamba günü gene kaçacağım bir yerlere.

-sevgiler..

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Karar

-merhaba.


-şu sıralar önemli kararlar arifesindeyim sevgili okurlar. mesela okumak istediğim bölümün ne olduğuna karar verdim. Radyo televizyon ve sinema okuyacağım. istanbula yerleşeceğim, falan falan. onun dışında bir de kitabımı yayınlatmamaya karar verdim. öyle bi karar işte. bi nedeni yok. okumak isteyen okurlar mail yoluyla ulaşanilirler bana.


-bi şey yazacağımdan değil aldığım bu kararları sizinle paylaşmak için yazdım bu gün. 


-düşüncelerinize sahip çıkmanız ve ne hissettiğinizden emin olmanız dileğiyle. kendinize iyi bakın.


-sevgiler.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Öğrenci halleri

-merhaba

-bu gün şöyle adam akıllı bir yazı yazayım istedim okur. aslına bakarsanız bu gün saçma bilgisayar dersinde Ceyda diye bir arkadaşımın otobüsteki sorunlarla ilgili yazdığı bir yazıdan etkilendim. müthiş olmuş gerçekten. özellikle bir cümle vardı, çok çok beğendiğim; Stres atmak için otobüsün belirli yerlerine kaktırılmış öğrenci görünümlü kum torbaları.
gerçekten, zaten yorgun argın binmişiz, 9 dersten çıkmışşız, başımızda bir öğretmen var ki sorma gitsin, senin sadece keyfin yani. anlamıyorum, bütün gün gez gez, sonra evladım ben yaşlıyım yorgunum. tamam adam akıllı söyle anlıyım o kadar vicdanımız var yer veririz. çantanı salaktan çarpmaya itmeye kakmaya söylenmeye ne gerek var. ben yorgun olmasam veririm zaten yer. hadi bak otururken bunlar oluyor. ya ayakta? daha beter. ''yavrum çantanı çek, dosyayı kenara koy, az daha ilerle, yürüyelim gençler, sağlı sollu...' öğrencilere özel otobüs istiyoruz. zaten kentkart durumu malum 2 kat zamlandı. paramızla rezil oluyoruz resmen. madem öyle, yap öğrenciye özel otobüs susalım. yok illa alacak herkesi illa biz işkence göreceğiz. bazen düşünüyorum da, ne iyi kalpli şu şöförler aslında, durakta kimseyi bırakmıyorlar otobüsü alabildiğine dolduruyorlar (!) canlarım benimm...

-benim zavallı öğrenci arkadaşım ne yapsın? ayakta dursa suuuç, durmasa suç. uçarak gidip gelicez okula. bütün gün ayakta durabiliyorsak, öğretmenlerle uğraşabiliyorsak, her birinin isteklerini ödevlerini yerine getirebiliyorsak, farklı farklı onlarca konuyu akılımızda tutabiliyorsak okuldan eve evden okula uçabiliriz ne var ki bunda. genciz biz nasıl olsaa..(!)

-normal lise neyse, meslek lisesiyseniz yandınız. kendimden biliyorum. öğretmenlerin istekleri hiç bitmiyor. biz şu an bir gazete çıkarıyoruz malum grafik 3. sınıf. kişisel gazete kendi haberini kendin yapacaksın. nerdee. gel de anlat hocam benim dershanem var. onane de mi. kadın kendi egosunu tatmin peşinde. ayrıca sen grafik öğrencisisin yapacaksın. haber bulamıyorum ki. dershaneye mi gidicem haber peşinde mi koşucam? ben bu mesleği yapmıcam dersen git o zaman başka bölüme diyorlar. e o zaman anadolu düşüyor düz meslek daha fena puan açısından. benim ingilizcemde bi yere kadar yani konuşmasına konuşuyorum ama anadolu değilsen adam yerine koymuyorlar. hoş zaten anadolu meslek olsanda adam değilsin de (!) neyse.

-içimi döktüm, rahatladım okur. oku oku gül memleketimin haline. burdan Ceyda Etike arkadaşımada çok teşekkkür ediyorum bu yazıyı yazabilmeyi aklıma getirdiği için.

-sevgiler.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

her neyse

Kendimizi kandırmak ne kadar basit değil mi okur? mesela ben, kendimi çok rahat kandırabiliyorum. belkide duygularımı bu şekilde kontrol edebiliyorumdur.. kim bilir. içimdeki hisleri bastırmak kolay gibi ama bazen bir boşluk bulup çıktıklarında canımı çok yakıyorlar. yarın ölecekmişim gibi hissediyorum. Parise kavuşamadan. gerçekten, aşkın ne olduğunu bilmeden ölmekten korkuyorum. aslına bakarsanız, hiç bir zaman yaşadığım hayattan şikayetci olmadım. aksine hep mutlu, pozitif yaklaştım insanlara. demek ki yetmiyormuş. sevmek, sevilmek için. işin ucunu kaçırmakta var. seviyorsan seviyorsundur. azı çoku yok benim gözümde. aşksa tamamen başka bir dünya. şu an hayatımdaki tek aşk Paris benim. başka olabilirdi ama olmadı. yada ben yine kendimi kandırdım.
Redd diye bir gurup var, gerçekten çok iyiler. Her Neyse diye bir şarkıları var. otur ağla o derce. ki oturdum ağladım. benim gibi biri, duygusuz ağlamayan biri oturup bir şarkıya ağladı.


Biraz gevşetebilsem göğüs kafesimi
Dokunup durdurabilsem attığın yeri
Boşalttığın yere ne koyduysam dolmuyor
Dakika başı bir of içimden hiç kesik olmuyor

Her neyse işte özledim seni o kadar

Boş düşünce balonu başımın üstünde
Bir şey yazmaz oldu senden sonra içinde
Boşalttığın yere ne koyduysam dolmuyor
Koşmak istesem de sana hayat beni geri çekiyor

Her neyse işte özledim seni o kadar

Bir şiir olmadım kafiyene uyamadım
Sen kaçtın ben kelime bulup seni tutamadım
Boşalttığın yere ne koyduysam dolmuyor
Dakika başı bir of içimden hiç kesik olmuyor

Her neyse işte özledim seni
Her neyse işte böylesi hayat nereye kadar

3 Mayıs 2011 Salı

anla beni okur.

- ne çare.. ben hiçbir zaman istedikleri gibi olamayacağım. hayatımda biri olmak zorunda değil diyorum kendime ve başarıyorum bunu. uzun süredir kimse yok ve ben bundan rahatsız değilim. hayatıma alacağım insan -o kişi her kimse ve neredeyse- gelmek için acele etme olur mu? bekle. bir kez daha biri yüzünden hayallerime gem vurmak istemiyorum çünkü onları yeni baştan kurmak çok zor. pat diye giren ve bi o kadar hışımla çıkıp gidebilenlerden de olma mumkünse. pat diye gel ve hiç çıkma. tabi ben bundan sonra gelip gelebilecek insanlara karşı daha hoşgörülü olabilirsem. kendimden uzak tutmazsam. ve en önemliside zaten 1-2 seneye kadar gidiyorum, ne gerek var ki arkamda birini bırakmaya. tamam üniversitede oldu diyelim, e ben üniversiteden sonra da gidiyorum, yurtdışına. biteceğini bile bile bir ilişkiye başlamak saçmalık değil mi? afedersiniz ama ben elin adamı yüzünden, hayatıma sonradan gelen biri yüzünden en zor anımda bile yanımda olan hayallerimi kıramam yani. haksız mıyım? haklıyım. durup düşününce mantıklı yani.

1 Mayıs 2011 Pazar

Geri Dönüş

-kendime geldim okurlar. yine eski, düz Su oldum ben. garip yahu, kedimin adı Kedi, okulda çıkarttığımız kişisel gazetenin adı gazete. tüm tasarımlarım sade. aslında düşüncem mantıklı gibi, şafşataya ne gerek var. kalabalığa lüzum yok.

-geçenlerde sevgili annem ve ablam yine beni mesleğim konusunda ikna etmeye çalıştılar. ne gerek var. ben fazla para istemiyorum. ben, hayallerimi gerçekleştirmek istiyorum sadece. ve hayallerimde sadece Paris var. oraya gitmeden ölürsem gözüm açık giderim ki zaten bu yaz gidiyorum :D

-eskiye döndüm demiştim okurlar, müzik hayatıma geri döndüm. cuma günü Kuşadası'na geldim işte. dünde Kuşadası geceleri :D amatör bi grubu dinledim, süperdi ama adını hatırlamıyorum. gerçekten hatırlamıyorum. neydi ki... neyse. ha bi de eski müzik zevkime de döndüm ben. çokta mutluyum. yalnız olunca böyle oluyorum ben ya. hayatımda birinin olması gerçekten yaramıyor bana. sanırım fazla alışmışım yalnız olmaya. kaldıramıyorum. bunu fark ettim ve iyi ki de fark etmişim. ilk başta biraz mutsuzluk bi çökme durumu oluyor ama sonradan rahatlıyorsun.

-saçlarım uzuyor, kesmeyi düşünüyorum ama dur bakalım belki rengini değiştiririm.

-ya bi de şu çılgın proje var. onu bunu geç, neresi çılgın bunun. resmen delilik bu. bir kere o kanalın hiç bir amacı yok ki. ne olacak birilerinin cebine fazla para girecek sadece. halk gene aynı halk olacak, okuma oranı düşük, fakir çilekeş Türk halkı, geliştik biz medeniyet olduk diye övünecek. elde var 0 yine.

-başka başka şeylere kafamı takıp onunla hiç alakası olmayan şeylere sinir oluyorum. sorun bu belkide. her neyse birazdan yola çıkacağım. haftaya belki karaburun, belki balıklıovaya gitmeyi düşünüyorum. haftaya gelsin de bir düşünürüz.

-iyi bakın kendinize. ben mi? ben çok iyiyim, hem de hiç olmadığım kadar iyiyim.

28 Nisan 2011 Perşembe

iki Yeşil Susamuru

-merhaba.

-vejeteryan olmak zor iş okurlar. gerçekten, evet, hem kıvırcık hemde vejeteryan bir insanım. şikayetim et yememek değil aksine bundan gayette mutluyum. sorun şu ki arkadaşlarımdan bazıları hatta ilk kez duyanlar şok içerisinde. geçenlerde bir yere gittik yemek yemeye. bir vejeteryan makarna dedim. bir anda masadaki herkes dönüp bana baktı. arkadaşım ''nee sen vejeteryan mıydınnn?' dedi dehşete kapılmış bir şekilde. tereddütle 'e-evet' dedim. dövcekmiş gibiydi, siz olsanız siz de korkardınız. her neyse nasıl olur falan, bildiğin basbaya vejeteryanım ben. şaşılcak bişi yok. ot geldim ot gitcem derim zaten hep.

-kurban bayramıdır, odur budur saygım var. neye inanırsam inanayım, ki inancım var yani kendimce bir şeylere, saygı duymak lazım. inançlarımı her zaman gizlerim insanlardan bu yüzden. annem bile şu an dini inancımın ne olduğunu bilmiyor. çünkü saygı ve insan tepkisinin ne olduğunu kimse bilemiyor şu ana kadar tanıdığım. o benim içimde yaşadığım bir şey arkadaşım. sanane. Tanrı'mla arama neden giriyorsun? benim Tanrım, senin Tanrı'na benzemiyor ki zaten. iyiyim ben böyle. kişisel seçimlerimi kimse yargılayamaz zaten bi kere. siyaset konusunda da. daha yaşım genç ama tam zamanı. hazır reşitliğe 1 yaş kalmışken ve oy vermeye de başlayacakken. aslında benim bu konuda da kararım kesindi. üniversitede dahi ne dini inancımı ne de siyasi düşüncemi kimseye belli edememek. 2 yıl önce, bir arkadaş ortamında, kendini asi, sosyalist, entel ve kültürlü sanan ama aslında bunların hiç birini barındırmayan bir arkadaşım (inanın, böyle arkadaşlarım da var.) o zamanlar iktidarda olan ve halada olmaya devam eden siyasi parti hakkında abuk subuk bilip bilmeden konuşuyordu. çevremizdekiler de hı-hı diyip sallıyorlardı başını. onlarda bir şey bilmiyor tabi. adam haklı beyler şeklinde gidiyor muhabbet. bende içimden gülerek dinliyorum. baktı çok sessizim, ezecek ya beni, bana dönüp, ''Sağcı mısın, solcu mu?'' dedi. İnsanım ben dedim. kaldı öyle. kalırsın tabi. sanane milletin inancından seçiminden. madem laiğiz, saygı duyacaksın. ben Atatürk'ü severim. benim gözümde o, sadece o, gelmiş geçmiş en mükemmel zeka, siyaset ve halk adamıdır. (al sana siyasi görüş.)

-çok ciddi oldu. aslında ben bugün açıklanan YGS sonuçları hakkında yazacaktım. vejeteryanlık siyaset nerden geldi bilmiyorum. ha aslında bir yerde bağlanıyor YGS siyasete. ne de olsa büyük bir kopya skandalı var ortada. karıştırmayalım. ben merakla bu yılın birincilerini bekliyorum. benim sınava da az kaldı şaka maka. tırstım.

-son olarak İki Yeşil Susamurundan bir alıntıyla bitirmek istiyorum. bu kitap benim hayatıma çok benziyor. tabi bazı şeyler hariç. sanki ben yazmışım gibi;



''Oysa benimle beraber olacak erkeğin yüreği enine boyuna gelişmiş,
kahkahasının beyaz özgürlüğü, gözyaşının tuzlu emeğiyle hak edilmiş olmalıydı.
O erkek -her kimse, neredeyse ve varsa?-, benimle 'başa çıkabilmeli', beni sevdiğini dolu dolu hissettirebilmeliydi.
Egosunu hiç değilse, yeri gelince kontrol edebilen, 'ancak sevgiyle başa çıkılır seninle' diyerek, çaresizliği reddeden, hem çocuk, hem yetişkin bir erkek var mıydı? Daha doğrusu, oğlunu böyle yetiştirmeye yetkin bir anne var mıydı?''

İki Yeşil Susamuru (Buket UZUNER.)

27 Nisan 2011 Çarşamba

sırt çantası

- merhaba.

-eski yazı stilime geri döndüm fark ettiğiniz gibi. bazen eskiye dönmek iyidir der annem hep ve bazen gerçekten haklı çıkar. eskiye dönmek iyidi bazen.

-ben yine sırt çantamı alıp dışarı çıktım. beni tanıyanlar bilir. ne zaman kafam bir şeylere takılsa çıkar dolaşırım tek başıma. insanları izlerim, bazen kulak kabartır dinlerim konuşmalarını. ne hikayeler çıkıyor anlatamam. ben bugün hastalıktan ölmeme rağmen, o sağnak yağmurun altında sırt çantamı alıp dolaşmaya çıktım. yağmurlu bir günde vapura binmek çok güzelmiş. denizi çok severim bilirsiniz. karşıyakaya gittim. bostanlıya yürüdüm. ordan tekrar vapura binip konağa geldim. kuzenimle buluşup eve döndüm ve tüm bunları yaklaşık 3 saat içerisinde yaptım. beynim düşüncelerim yerine geldi. artık daha mutlu bir insanım.

-bununlada yetinmedim. evet sevgili okurlar bununlada yetinmeyip eve geldiğimde 3 günlük kısa Fransa turları araştırdım. büyük ihtimalle bu yaz yine sırt çantamı alıp içinde 1-2 parça eşyamla fransa'ya, büyük aşkım Parisi ve mucize kadınım Edith PİAF'ın mezarını ziyarete gideceğim.

-yetinmedim, yetinmeyeceğim okurlar, Fransa ve Almanya sınır komşusu ya, yine sırtımda çantamla sevgili teyzemi ve dayımı ziyarete gideceğim Almanya'ya. sırtımda çantam ve 1-2 parça eşyamla.

-tüm bunları tek başıma yapacağım ama istisnai olarak yanımda yalnızlığım ve özgürlüğüm olacak. onlar beni, birbirlerini hiç yalnız bırakmıyorlar. hatta ben bu haftasonu küçük çaplı bi gezi yapacağım. yine aynı sırt çantamla 2 günlüğüne kuşadasına kaçıyorum.

-görüşürüz okur, kendini mutsuzluktan uzak tut. iyi bak yani.

-sevgiler.

26 Nisan 2011 Salı

Masmavi

Düşlerimin üzerinde mavi tozlar var...
Öyle çok zaman olmuş ki onları temizlemeyeli, gerçekten şimdi her biri masmavi. Gerçek renkleri görünmez olmuş.
Öyle ki, hiç gitmediğim bir şehri özlemeye başladım, hiç görmediğim birine aşık oldum, hiç yapamadığım kadar güzel yemekler yaptım ve ben tüm bunlar için daha önce hiç olmadığım kadar mutsuz oldum. Neden derseniz, daha önce ben, hiç kitap yazmamıştım. Ben daha önce hiç, hiç görmediğim birine aşık olmamıştım. Örneğin her sabah iki mavi göz parlardı benim için, söndü tabi sonra. Ben öldüm. Sürem dolmamış, ölmemeliymişim, öyle dedi Tanrı. Cennetinden kovdu beni sonra yine bir maviliğe attı. O mavide boğuldum, yine öldüm. Ama bu sefer Tanrı kovmadı beni cennetinden, ben kaçtım...

Düşlerimin üzerinde mavi tozlar var...
Hiç görmediğim, hiç görmeden aşık olduğum o insanla masmavi bir geleceğin düşü var elimde. Ufukta minik bir kız çocuğu, adı İzmir...

Düşlerimin üzerinde mavi tozlar var...
4 mevsim sisli o şehirde masmavi bir gelecek var elimde. Hep sisler içinde bir kule var şehrin tam göbehinde, sanki özgürlüğe uzanır gibi delip geçen gökyüzünü.

Masmavi tozlar var düşlerimin üzerinde...
Hiç görmediğim, hiç görmeden aşık olduğum o kalbin hayalinin üzeri masmavi. Arada biraz yeşil de var sanki.? Bilmeden kırmış olabilirim ama, üzerinde masmavi tozlar var düşlerimin. Tatlı hayallerim var, bir çikolata dükkanı var ufukta. Champs caddesi üzerinde. Duvarları masmavi...

Düşlerimin üzerinde masmavi tozlar var...
Unutulmuş bir aşkın kalıntısı sanki. Ama hala güzel şeyler mavi. Gökyüzü, deniz, aşk, izmir..
Ufukta bir gelecek var, üzerinden silinmiş mavi tozlar, şimdi herşey daha net. Var olduğunu sandığım ama aslında olmayanmış aşk. Cesaret az kalmış yanında, ben söyleyememişim ama anlamamış o da. Ne de olsa benim mavi düşlerim, onunsa bensiz siyah. Ama masumdur siyah.

Benimse düşlerimin üzerinde masmavi tozlar var...
Onun hiç bir zaman anlayamayacağı mavi bir renk bu. Aslında benden başka kimsenin görmediği bir mavi. Gecenin mavisi, gündüzün gök rengi gibi değil. Sadece mavi o, ne açık, ne koyu. Benim hayallerim var, bu mavi benim düşlerimin rengi. Düş mavisi. Tozlu, toz mavi düşler bunlar. Görebilmek ne güzel...

Masmavi tozlar var düşlerimin üzerinde.
Daha net görür gibiyim şimdi geleceği. Düşlerim mavi ve bir o kadarda siyah aslında. Masum bir siyah bu. Karanlığın siyahı. Karanlık örter günahları. Işıksa gösterir, gizlemez hataları. Bir sokak lambası, sahibini hiç bilmiyorum ışığın. Görmüyürum ama seviyorum onu. Düşlerimin üzerindeki maviyle. Toz mavi bir sevgi bu. O bilemedi, anlayamadı çünkü, göremedi mavimi. Göremez o düşlerimi. Görse, severdi maviyi.

Çünkü benim,
Düşlerimin üzerinde masmavi tozlar var...

22 Nisan 2011 Cuma

Sahildeki Rum Çocuk

İlk baharda Kuşadası'nda olmanız lazım sevgili okurlar. burası mükemmel bir yer. her şeyi unutmayı başarıyorum. mümkün olursa İzmir'e yine ve yeniden yepyeni biri olarak döneceğim. zaten ada benim için çok özel bir yer. bilenler bilir.
demin yine sahildeydim. yanıma biri geldi. 19 - 20 yaşlarında, konuşması bir garipti. sanırım Rumdu. elimde yolda topladığım sarı papatyalar vardı. izin isteyip yanıma oturdu sonra papatyalardan taç yapmayı bilip bilmediğimi sordu. bilmediğimi ama çok sevdiğimi söyledim. papatyaları alıp taç yaptı bana. tacı taktım. çocukla da baya konuştuk 1 - 1,5 saat kadar. en yakın arkadaşıyla sevgilisini basmış. konuşması çok tatlıydı, saatlerce konuşsa saatlerce dinlerim o derece. oda beni dinledi. hayatımda 2. defa hiç tanımadığım biriyle konuştum. şu an ne ismini biliyorum ne de ona dair başka bir şey. muhtemelen hayatım boyunca da bir daha hiç görmeyeceğim onu. ama hep hatırlayacağım sahilde yanıma oturan rum çocuk.

bugün melankoli yapacağımı söylemiştim ama yapamayacağım sanırım. sahildeki rum çocuk içimde, düşüncelerimde ne varsa götürdü kendiyle beraber. neden hep böyle birden bire olan şeyler insanı, düşüncelerini değiştirir ki. anladım, her şey gelip geçici. ve kimse kimseye hiç bir zaman sonsuza dek sadık kalmayacak.

Sevgiler, La Môme

20 Nisan 2011 Çarşamba

Irk

Şu an Kuşadası'ndayım. Az önce sahilden geldim. Yazlığımız sahile uzak biraz haliyle yürüdüm. Ama yürümeyi severim, bilirsiniz. Özellikle bahar havasında burada yürüyüş yapmak harika. Yanınızda olmasını istediğiniz kişi sizden uzaktaysa fena tabi. Neyse, uzunca düşünme fırsatım oldu bu süre içinde. Gerçekten bu hayatta bazı şeyleri kafanıza çok takarsanız zararlı çıkan siz oluyorsunuz sevgili okurlar. İnsanların kafasındaki ben yaparım, ben yaparsam olur mantığını anlamıyorum bu yüzden. Sen olmadan da gayet iyiydi her şey, neden kasıyorsun düzelteceğim diye değil mi? Yok laf anlamaz insan oğlu, kafasına eseni yapacak illa, üstün ırkız biz var olan, düşünebilen tek canlıyız. Hah, bana sorarsanız düşündüğünü sanan tek canlıyız, orası başka.
Bir de kendini beğenmişlik var, aman aman. İnsan ırkının en belirgin özelliği. Farklı olanı dışlamak, kendi olanı ucube gibi görmek en iyi yaptığı şey bizim türümüzün. Mesela ben kıvırcığım. Çoğu düz saçlı insanla aynı ortama girdiğimde sanki başka bir dünyadan gelmişim gibi hepsi birden saçıma saldırıyor. Kafayı mı yediniz arkadaşım, saç o saç. Özel bir şey değil. Aileden gelen, genetik bir şey. Gel bizim eve, o zaman ucube olan sen olursun çünkü bu evrendeki tek kıvırcık ben değilim. Bizim ailede tonla var. Ama ben hiç bir zaman düz saçlı birine onlar gibi ucube misin lan diye bakmadım yani. Farkım kıvırcık olmaksa kabulüm. Bazen de dinlediğiniz müzikten giyiminize kadar her şeyi yadırgayabiliyorlar. Ne tuhaf. Farklı olmak mı istiyorsunuz, bu saçla başla olacak bir şey değil. Kendiniz olun yeter.
Kalabalık bir ortama girdiğinizde önce etrafınıza bakarsınız değil mi, haliyle kim var kim yok bir onu yoklarsınız. İnsanlar dönüp size bakar kim gelmiş diye. İşte tam o an bana lanet olsun be dediğiniz oldu mu? benim oldu. Geçen hafta ki İzmir Kitap fuarındaydım bende. Uykusuz dergisinin imza gününe katıldım. Mükemmeldi. Sevgili ablama doğum günü hediyesi olarak tüm çizerlerin mesajlarını ve imzalarını aldım. Ehe, sevincinden ağlayacaktı neredeyse. Bende kocaman bir postere hepsinin imzasını aldım. Ersin Karabulut'a aşık oldum geldim. Ha bir de Erman Çağlar... Yanımda zamanda yolculuğun mümkün olacağını savunan bir arkadaşım vardı. Gizem, Nasıl olacak dediğimde bana dönüp, uykusuzun imza sırasında kaynayıp öne geçmek dedi. yazmazsam içimde kalacaktı. Oda istedi zaten.
Ah insan oğlu ah, nasıl dolmuş içim sen ne pis bir yaratıksın. Kendini beğenmişliğin, kibirliliğin, cahilliğin, medeniyetsizliğin, her şeyinle sen bu dünyada 'insan' sıfatına layık değilsin. İnsan olmak zor, insan olmanın şartlarını yerine getirmek zor. Farklı olmak, insanların arasında öyle yaşamak da zor. Ben farklıyım coolum demiyorum. Aksine ben kendi halimde bir insanım. Benim derdim farklı olacağım derken işin ucunu kaçırıp sapıtan ve kendine insan diyen canlılarla. Mümkünse yok olsun onlar, tükensin soyları. Bu dünyada bir onlara birde örümceklere acımam.
Örümcek demişken, ablam adada iş buldu malumunuz buradaki yazlığa taşınacak. Temizlik yaparken koltuğun arkasından çıkan örümceği görseniz, ona saygı duyarsınız, önünüzü ilikler 1 dakikalık saygı duruşunda durursunuz. Çok korktum be.
Temiz hava beynimi açtı, bu sefer baya yazdım sanırsam. 4 gün buradayım ben daha da yazarım yani. Ne yazılar çıkar burada. İyi bu iyi
Bir dahaki yazımda biraz melankoli yapayım diyorum.
Sevgiler, La Môme

15 Nisan 2011 Cuma

Sokak Lambası

Efendim, ben nacizane yazılarımı yazıyorum, kime ne. Blogu kapattınız, tepkileri önleyebildiniz mi? Hayır. Açtınız, değişen tek şey bizim sinir katsayımız oldu. İyi oldu mu? Yine hayır. Devlet aynı devlet, tepki aynı tepki, sınavlarda hala aynı kopya skandalı. ÖSYM birşeyler karıştırıp suçu başkalarının üstüne atmata gayet başarılı itiraf edeyim. Sınav sorularıda gayet komikmiş, baya güldük sağolsunlar. Kopya enfes zaten, çok zekice kimin aklına gelmişse gerçekten tebrik ediyorum, harika. E bazılarınında hakkı yenmiş çok mu, bu zeka karşısında. (!) 4 dakika içinde 37 matematik neti, benim gibi sözele kayık bir TM öğrencisi için hazine değerinde. Hayatımda ilk defa bu kadar çok net yaptım, hem de görmediğim konularda dahildi buna. Dileğimi gerçekleştirdiği için soruları, şıkları hazırlayan herkese binlerce teşekkür. Her neyse, derin mevzulara girmeyelim, Blog değerli benim için. Ha bir de kitap var. Bitti kitabım, hayırlı olsun vatana millete. 'Sokak Lambası' Temmuzda tüm kitapcılarda. :D Beklemek konusundaki fikirlerimi biliyorsunuz az çok yazılarımdan. Karşımdaki insanın bana olan (her yönden) sadakatine bağlı bir durum. Ayrıca ona duyduğum güvene. Benim en kötü huyumda bu zaten. Karşımdakine güvenim sarsılsa bile belli edemem. Sonra ufak laf sokuşlarla falan büyük bir kavgaya kadar çıkar bu. Zor sinirlenen biriyim, aradaki olaylara bağlı olarak. Güvenede çok önem veririm. Bazen beni sinir eden, üzen herkese bir bir söylemek istiyorum herşeyi, sonra tutuyorum kendimi. Nede olsa hayatı yaşanılabilen kılan şeydir duygular. Ayrıca eminim ki bir gün pişman olacak yaptığı şeyden herkes. Tabi umarım. Çok geç olmadan fark etseler iyi olur hatta. Yazı yazmayı özlemişim ama, şimdilik bu kadar. Gündemden uzak kalmayın. Hayat, zaman çabuk geçiyor. Ben mi? Ben her yerdeyim, Dünyanın, evrenin her yerinde gizliğim. Sevgiler; La Mome.

28 Şubat 2011 Pazartesi

Serzenis

Çok çok uzun zaman oldu sevgili okurlar, ben bir şey yazmayalı. Hayatımda bir değişiklik yok, kısa bir aksiyondan sonra tekrar eski Su olarak geri döndüm aranıza. Ama anladım ki birini beklemeye karar vermek zormuş, uzakta birini beklemeye karar varmek. Gözden ırak gönülden ırak derler ya, yanlış. Malesef acı, mesafe tanımıyor. Aksine, daha fazla huzursuzluk, daha fazla merak ve en sonunda pişman olmalar başlıyor.. Günler geçmiyor, önce saatler gün, günler hafta, haftalar yıl ve yıllar asırlar oluyor. En zoru da hayallerinle o kişi arasında kalmak. Ya ben gerçekleştirir hayallerimi de gidersem buradan diyorsun. Sonra O ne olacak... Ne olacağı belli işte, daha ne çabalıyorsun ki. Hem hayallerinin seni terk etme, aldatma, üzme gibi bir durumu yok ki. Onlar seni seviyorlar ve sen onları sevdikçe katlanıyor bu sevgileri. Mantıklı düşününce belirli bir sonuca varıyor insan. Kendi kendine gelin güvey olmak böyle bir durum olsa gerek, en ufak şeyi büyütüp, o kocaman içi boş umuttan kendine pay çıkartmak... Sonra, ''Evet öyle demişti, ama ya şunu demek istediyse? Yok canım ne dediği belli, hem zaten beni sevdiğinide söylemişti....'' Yok öyle bir şey.
O daha doğru düzgün tanımadığın, yalnızca birilerine bağlanma ihtiyacı duyduğun sıralarda karşına çıkmış olan ve düşünceleriyle günden güne seni etkilemeye başlamış biriyse, bunu sadece arkadaşlık olarak söylese bile ister istemez senin duyguların başka yere kayabiliyor. Önemli olan bunu erken fark edebilmek işte. Ve ben bunu başardım sanırım. Dediğim gibi, korktuğum an, gözümün bir şey görmediği andı. Yani o kişiyi hayallerimle arama soktuğum an, her lafından kendime kocaman kocaman pay çıkarttığım an. Ortada fol yok yumurta yokken oysaki, kalbi başkası için atarken... Farkedememek büyük hata. Kendime olan saygım önemli benim için, bunu kaybetmekse yaşamak için kalmış son kırıntımı heba etmek olurdu.
Yazı yazmak, kendimi anlatabilmenin en iyi yolu. Kimi zaman insanlarla iletişim kurmakta zorlansam bile, bu benim için önemli. Beklemenin yorgunluğu ve kırılmış umutların açtığı yaralar kapanmak üzere. Ben yine eski benim. Alıştığım yalnızlığım ve benzersiz özgüvenimle. Kimseye ihtiyacım olmadığını ve yalnız başıma ayağa kalkabileceğimi öğrendim ve yine bu hayal kırıklığının sahibine teşekkür ediyorum. Bir kez daha olgunlaştım ve bir kez daha güven konusunda sorguladım kendimi. Bu yazı sondu serzenişimde. Susmak benim gözümde en büyük erdemdir. Bu yüzden hiç bir şey olmamış gibi devam edeceğim, sarsılmış güvenim izin verdiği kadar. Umarım fark eder ve ben umarım pişman olmaktan vaz geçerim. Ve umarım bir gün ruhum terk ettiği bedenimi özler ve bende duygularıma kavuşurum.

Sevgiler; La Mome

10 Şubat 2011 Perşembe

MATEM

Zaman geçiyor ve ister istemez büyüyor insan. Büyümek, sanıldığı kadar güzel bir şey değilmiş aslında, en azından şimdi ben böyle düşünüyorum, sevdiği insanları herhangi bir yolculuğa değil hep son yolculuklarına uğurlayan biri olarak. Ben büyüdükçe insanlarda büyüyorlar ister istemez. Düzen bu, önüne geçemezsin ki... Sen doğacaksın, sevinecekler, büyüyeceksin ve teker teker terk edecekler seni. Daha sonra ben neden yaşıyorum demeden sende gideceksin. İşte bu. İnsan çok zeki bir varlıktır, her türlü dengeyi altüst edebilir ama bir tek kendi döngüsünün üstesinden gelemez. Tıpkı bir yıldızın hayatı gibi, Doğar - Parlar(yaşar) - Söner(ölür)...

Ve evet, her türlü şeyin üstesinden gelebilen zeki insanlar, bizler; bir tek ölüm acısının ve aşk acısının üstesinden gelemiyoruz. Hoş şimdi aşk acısını geçirebilen (hormon düzenleyici(!)) ilaç buldular. Ölümün acısınıysa hala zamanın o şevkatli kollarına bırakıyorlar... Bazen o kadarda kolay olmuyor tabi, biri geçti derken bir başkası gidince. Herşeyi düşünebilen, anlayabilen zeki insanlarsa, bu olayı yaşayan kişinin ne hissettiğini anlayamıyorlar bile. Ne garip değil mi, hıçkırıklarla ağlayan biri yanlarından geçerken '' aa kıza bak ne çirkin ağlıyo, ama ağlayıncada gözleri yişil olmuş, ne tatlıııı '' diyebiliyorlar. Giden kişi göremediği sürece ne önemi var ki? İnsan neden sadece yaşayanları düşünür? Madem ölümden sonra hayat var; sadece burasıyla kalmamalı insanları düşünceleri. Saygı duymalılar. ''Matem'' üstüne siyah giymek veya kocaman gözlükler takıp ''son şakasını yaptı'' demek değildir. Hatta onun cenazesine katılmak ona karşı yapılan ''son görev'' değildir. Matem, yastır. Saygı ister. Hem kendine, hem götürdüğüne...

Geçicek ve yine bitecek herşey. Zaman her zamanki gibi kapatıvericek üstünü en güzel dakikalarıyla, saatleriyle, günleriyle... Bir tek biz zeki insanların hafızalarını örtemeyecek işte. Zeki insanlar çözüm arayacaklar daha mutlu 'yaşamak' için. Acılar nasıl diner? diye sormaya devam edecekler birbirlerine ve daima başka bedenlerde, başka ruhlarda can bulmaya çalışacaklar. Gidene benzeyen ve gidenin yerini doldurabilecek... Avutacaklar kendini Tanrı'nın verdiği iç sesleriyle dertleşerek her gün, her gece.. İyi onlar burada diyecek Tanrı iç sesinle konuşacak seninle. Biraz daha zaman veremez miydin? diyemeden susacak sonra ve sen yine, yine yine, kendinle kalacaksın...
(Bu karamsar yazı için özür dilerim ama, bir şekilde içimi dökmeliydim. İyi değilim, yoruldum.)

5 Şubat 2011 Cumartesi

MASAL


Hikayemiz zamanında büyük yaralar almış, sonra kendi kendine bunları kapatmış, çevresini duvarlarla örmüş bir kızı anlatıyor...
Bir gece otururken, nerdeydin, diyor kendine. Neden bırakıp gittin beni? Kendi cevap veriyor, O gelmişti... Kim?, diyor kız. Sonra susuyor kendi... Cevap ver bana, diyor. Susmakla bir yere varamazsın...
Uzun bir sessizlikten sonra başlıyor kendi anlatmaya, ''O geldiğinde iyice unutmuştun beni, varsa yoksa oydu. Onunla yatıp onunla kalkıyordu düşüncelerin. Yalnız kaldım. Normalde içine kapanık olan sen, hep benimle konuşurdun. o gitmeden aklına bile gelmedi boşluğun. Benden geçmiştin. Kendinden geçmiştin. Gittim. Ama uzaktan izledim seni. Onunla doldurdun dünyanı, bir gün gidebileceği aklına bile gelmemişti. En çokta ben şaşırdım biliyor musun? Seni kimse bu kadar üzememişti, daha 1 yıl önce sadece beni düşüneceğini, olanın hep bana olduğunu söylüyordun. Ruhun yorulmuştu hani? Hani 'aşk' paramparçaydı? Gitti ve ben aklına geldim. kendine geldin. Ben yine sendeyim ama kimseden yok sana fayda benim dışımda... Hem o gerçekten sevseydi seni beni düşünürdü, bizi düşünürdü. Hissederdi sendeki yokluğumu.''
Uzunca düşündü küçük kız. Esas oğlan hayatından çıkarken kestiği, kendinde olmadığı için düşünemediği uzun saçları geldi aklına. Daha çokta gençti. Önünde kocamaan bir hayatı, hayalleri vardı. Hiçbir canlı yaratık duramazdı önünde ve evet, aşk paramparçaydı. Bir gün hayatına giren biri fark edecekti belkide ördüğü duvarın tuğlalarından birinin yokluğunu. O zaman fark edebilecekler miydi gerçek o'nu. Kim olduğunu anlayıp onu tanıyabilecekler miydi? Hem alışmıştı yalnızlığa kapanan yaralarının yerlerinde his kalmamıştı zaten. En fazla ne olabilirdi ki?
Derken ışık söndü... Karanlıkta iyi geceler diledi kendine. Yine kendine dönmüştü işte her zamanki gibi... Bilmiyordu ki, tesadüfler vardı hayatta, ta uzaktann girecekti hayatına ve,
Değiştirecekti Onu Baştan Başa....



24 Ocak 2011 Pazartesi

Altüst

Öyle bir şey ki bu sayın okurlar, bir insanın hayatı boyunca yaşamaması gereken bir deneyim. Ne kadar anlatabilirim bilmiyorum. İçimdeki fırtınayı tanımlamak, onu şaşayıp hissetmek gibi olmaz. Ne desemde anlamazsınız beni şu an. Sadece zaman su gibi akıp geçsin istiyorum. Hep korktuğum başıma gelsin, kayıp gitsin ellerimden. Öyle bir hızı olsun ki, ses hızı, ışık hızı onun yanında bir kaplumbağa kadar yavaş kalsın. 2-3 yıl sonrasına gideyim. Hayatım altüst olsa bile. Hem hani Mevlana demiş ya; ''Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden güzel olmadığını?''. Nereden bilebilirim ki. Daha önce hiç birşeyleri değiştirmeye kalkmamıştım hayatımda. Değişen hayatımı düzenlemek, sürekli dağılan bir hayatı toplamaktan daha kolay olabilir. Paramparça olmuş bu hayatı sürekli toplamak, kırılan parçaları biraraya getirmek zoruma gidiyor artık çünkü.
Bir düzenin esiri olmak olarak algılamayın bunu. Hayatım boyunca olmasada, son 1-2 yıldır düzene tamamen karşı bir zihniyete sahip olmaya başladım. Çevremdekilerin tepkiler
ine bakarsak, beni, asi, kendini beğenmiş, saldırgan, sinirli ve huysuz bir ergen olarak görüyorlar.
Ama sorun şu ki, beni böyle görmelerinin asıl nedeni aslında kendilerinin hiçte farkında olmadıkları bir düzene esir düşmüş olmalarıdır. Şimdi bunu kime söylersem söyleyeyim; ''Ne yaşıyor kafasında bu kız, hiçbir şeyden haberi yok diyeceklerdir. Yanlış. Her ne kadar siyaseti sevmesemde var olan hükümetin amacını, devletin altında ne gibi şeyler döndüğünün, küresel ısınmanın, hayvan nesillerinin giderek tükendiğinin, yağmur ormanlarının küçüldüğünün, ozonun kocaman deliğinin, görünmeyen meteor yağmurlarının, bilgisayar ve telefon hastalıklarının birçok insandan daha çok farkındayım.
Aslına bakarsanız burnumun ucunda çıkan kocaman sivilce beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Yada sevgilimin olmaması. Açıkcası hayatımdaki yokluğu benim umrumda bile değil. Sorun ben bunları söylediğimde yaşıtlarımın bana insan değilmişim gibi bakması. Yadırganmam. Ama sonuç; kazanılmış bir LYS - YGS sınavı, başarılı bir meslek ve kariyer. Buna inanıyorum. En önemlisi kendime ve yanımdaki insanların bana olan desteklerine güveniyorum.
Şu an bu başarı için kılımı kıpırdatmıyor gibi görünüyor olabilirim. Ama inanın bunu başaramayacağına inanan çoğu ergen insandan daha iyi durumdayım. 2 yıl sonra başka bir şehirden size yazdığımda anlayacaksınız bunu.
(Gecikme için üzgünüm.)
Sizi seven; La Môme